Fransa'da giyotinle idam. Fransa'da halka açık son idam

Büyük Fransız Devrimi, özgürlüğü ve demokrasiyi simgeleyen güzel bildirilerin dünyaya örneklerini verdi.

"1. İnsanlar özgür ve haklar bakımından eşit doğarlar ve öyle kalırlar..."

Kim tartışabilir? Rusya'da da herkes eşittir, yalnızca bazıları diğerlerinden daha eşittir.

"5. Kanun ancak topluma zarar veren eylemleri yasaklayabilir. Kanunların yasaklamadığı her şeye izin verilir ve hiç kimse kanunların öngörmediği bir davranışta bulunmaya zorlanamaz.”

Bu sinsi şey özgürlüktür. Daha yakın zamanlarda, yirminci yüzyılın 90'lı yıllarında Rusya'daki suç devriminin en parlak döneminde, politikacılar bize bir mantra gibi tekrarladılar: "Kanunla yasaklanmayan her şeye izin verilir." Ama aynı zamanda şu ilkeye göre hareket ettiler: "Jüpiter'e izin verilen, sıradan bir ölümlüye izin verilmez."

"8. Kanun, yalnızca katı ve tartışmasız bir şekilde gerekli olan cezaları belirleyebilir..."

Çok az zaman geçecek ve Fransa'da en “gerekli” ceza idam cezası olacak.

Dört yıl sonra Fransızlar daha radikal bir İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'ne ihtiyaçları olduğuna karar verdiler. 24 Ocak 1793 Anayasasında yer alan böyle bir bildiri şöyleydi:

“1. Toplumun amacı evrensel mutluluktur…”

"13. Aksi sabit oluncaya kadar herkes masum kabul edildiğine göre, eğer bir kimseyi gözaltına almak gerekiyorsa, gözaltı sırasında zorunluluktan kaynaklanmayan her türlü şiddet kanunla en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.

"15. Kanun kesinlikle ve tartışılmaz biçimde gerekli olan cezaları vermelidir; Cezalar suçlarla orantılı ve topluma yararlı olmalıdır.”

Ancak beyan edilen hakların çok geçmeden hiçbir değeri kalmadı. Altı ay içinde vaat edilen hak ve özgürlükler unutulmak zorunda kaldı.

23 Ağustos 1793 tarihli Toplu Askere Alma Kararnamesi, bundan böyle tüm Fransızların kalıcı olarak el konulması durumunda ilan edilmesini emretti.

17 Eylül 1793 tarihli “Şüpheliler Kanunu” daha da anayasaya aykırı görünüyordu. Şöyle yazıyordu:

Sanat. 2. Aşağıdakiler şüpheli kabul edilir:

1) davranışları, bağlantıları, konuşmaları veya yazılarıyla kendilerini tiranlığın, federalizmin destekçisi ve özgürlük düşmanı olarak gösterenler;

2) geçim kaynaklarının yasallığını ve vatandaşlık görevlerini yerine getirdiğini kanıtlayamayanlar;

H) iyi güvenilirlik sertifikası verilmesi reddedilenler;

4) Sözleşmenin veya komisyon üyelerinin kararıyla geçici olarak görevlerinden alınan veya görevden alınan ve haklarına kavuşturulmayan görevliler...;

5) eski soyluların yanı sıra onların kocaları, karıları, babaları, anneleri, oğulları veya kızları, erkek veya kız kardeşleri ile devrime bağlılıklarını sürekli olarak göstermeyen göçmen ajanlar ...”

Protesto etmeye çalışanlar için Devrim'in zaten şeytani bir icadı vardı: Giyotin.

Ölüm makinesine adını veren Fransız doktor Joseph Guillotin, en iyisini istiyordu. Aralık 1789'da Kurucu Meclis üyesi olarak Fransa'daki idam sürecinin daha az acılı ve daha demokratik hale getirilmesini önerdi. Eskiden ölümde bile sınıfsal farklılıklar vardı. Yetkililerin temsilcilerine asil infaz uygulandı - kafaları kesildi ve diğerlerine utanç verici infaz uygulandı - asıldılar.

Guillotin bir doktor ve anatomist olarak ölümün fizyolojisini diğer milletvekillerinden daha iyi anlıyordu. Bu nedenle, yalnızca demokratik bir infaz yöntemi değil, aynı zamanda mekanize bir yöntem yaratmayı da önerdi. İtalya ile ilgili kitaplardan birinde Joseph Guillotin, Milano'da mekanik baltayla infazı gösteren bir resim gördü. Bu yüzden Fransa'da daha gelişmiş bir mekanik balta yaratma fikri aklıma geldi.

Guillotin'in önerisini uygulamak için özel bir komisyon kuruldu. İlk başta mekanizmanın fiili üretimini marangoz Gidon'a emanet etmek istediler. İş için 5.600 lira istedi. Bu fiyatın aşırı olduğu düşünüldü ve sipariş daha mütevazı bir zanaatkar olan Strasbourg'dan Tobbias Schmidt'e devredildi. Aslında Schmidt piyano yapımıyla ilgileniyordu ama aynı zamanda kafaları kesmeye yarayan bir cihazı da kullanabileceğini düşünüyordu. Önce 960 lira istedi, sonra 812 liraya razı oldu.

Bu fiyat yetkililere yakıştı. Kısa süre sonra Dr. Antoine Louis ve Tobbias Schmidt'in de dahil olduğu bir komisyon, boynu kesmek için ortaklaşa bir aparat tasarladı. Ana detayı, bazen "kuzu" olarak adlandırılan, dikey ahşap kılavuzlar boyunca düşen, 40 ila 160 kilogram ağırlığındaki ağır, eğik bir bıçaktı. Bıçak, dikey ahşap ayaklar üzerinde 2-3 metre yüksekliğe kaldırıldı ve bir iple tutuldu. Giyotinlenecek kişinin başı, mekanizmanın tabanındaki özel bir girintiye yerleştirildikten sonra bıçağı tutan ip serbest bırakıldı ve yüksek hızla kılavuz oluklarından aşağı kayarak mahkumun boynuna düşerek onu kesti.

Efsaneye göre, metal işçiliğinden hoşlanan ve tamir etmeyi seven Kral Louis XVI'nın kendisi de bu cihazın geliştirilmesinde aktif rol aldı. Bu durumda, kelimenin tam anlamıyla kendi kafasına bir araba yaptı.

Giyotinin ilk testleri 17 Nisan 1792'de Bicêtre'de "Doktor Louis, Doktor Cabani, cellat Charles-Henri Sanson, erkek kardeşi ve iki oğlunun da bulunduğu bir komisyon huzurunda" üç ceset üzerinde gerçekleştirildi. ” Ölüler üzerinde infaz için yeni bir cihazı test eden komisyon üyeleri, bunu yaşayan bir kişi üzerinde denemeye karar verdi. 25 Nisan 1792'de ünlü soyguncu Jacques Peletier'i Paris'teki Place de Greve'de idam etti. Onu çalışırken test eden ilk cellat Charles Henri Sanson'du. Mekanik balta hemen Parislilerin kalbini yakaladı. Antoine Louis'in onuruna ona sevgiyle "Louisette" adını verdiler. Ancak soyguncular değil milletvekillerinin başkanları yeni makinenin bıçağının altına girdiğinde bu isim anlaşılamadı; Guillotin yardımcısı hemen hatırladılar. Ve Louisette'i Guiltin olarak vaftiz ettiler.

Fransızların giyotine neden bu kadar aşık olduğu büyük bir sır olarak kalıyor. Sanki yıldızlarla dolu bir gösteri izliyormuş gibi onun kanlı eserlerine hayran kaldılar. Ona şiirler ve şakalar adadılar. Buna "baş ağrısı için en iyi çare" adını verdiler. Giyotin, Fransa'nın simge yapılarından biri haline geldi, hediyelik eşyalarda kopyalandı ve Fransız şefler ona özel bir yemek adadı. Masada maun bir giyotin ve ünlü siyasi figürlerin karikatürize edilmiş kafaları olan badem ezmesi bebekleriyle dolu büyük bir tabak servis edildi. Her konuk "kendi zevkine göre" bir politikacı seçip onu giyotinle idam edebilirdi. Bebeğin badem ezmesi "cesedinin" içine batırılmasıyla yenen oyuncak bebekten koyu kırmızı renkte tatlı bir sos sızdı ve siyasi bebeğin kopmuş kafası hatıra olarak alınabildi.

Ve Fransız güzellikleri, taçta kopmuş bir kafayı temsil eden bir kolye ucu olan küçük bir gioltin şeklinde küpeler takıyordu.

Ancak giyotinin etkilerini yaşamak üzere olanlar artık gülmüyordu. Fransız Devrimi sırasında da bunlardan çok vardı.

Paris'te devrimin 718 günü boyunca, 344 kadın, 41 çocuk, 102 yetmiş yaşındaki, 11 seksen yaşındaki ve bir 93 yaşındaki kişinin kafalarının kesilmesi dahil olmak üzere 2.742 infaz gerçekleştirildi. Fransa'da 1793-1794'te toplamda 18 binden fazla kişi giyotinle idam edildi.

Üstelik insanlar çoğu zaman en önemsiz nedenlerden dolayı kafalarını kaybediyorlardı. Örneğin, Markiz Hervé de Fodoa'nın 18 yaşındaki kızı bir keresinde şöyle yazmıştı: "Köpeğim üç küçük cumhuriyetçi doğurdu." Bu, kendisi, babası ve kız kardeşi Madame de Beaurepaire'in mahkemeye çıkarılmasının temelini oluşturdu. Üçü de 2. yılın 25. Messidor'unda (13 Temmuz 1794), "yaşlılığa acımadan, erdeme saygı duymadan ve gençliğe şefkat göstermeden" idam edildi.

İdam edilen en ünlü kişi elbette Bourbon hanedanından Fransa Kralı XVI. Louis'di. Prensip olarak, açıkçası devrim boyunca “uyudu”. Daha sonra buna uyum sağlamaya çalıştım. 1791 anayasasını kabul etti, mutlakiyetçiliği terk etti ve anayasal hükümdar olmayı kabul etti. Bu arada devrimciler hükümdara giderek daha fazla tecavüz etmeye devam etti. Louis XVI'nın kral unvanını aldılar ve ona kraliyet hanedanının kurucusu Hugo Capet'in onuruna Capet soyadını verdiler. Elbette Louis ne kadar ileri giderse, olanlardan o kadar hoşlanmadı ve ülkeden kaçmaya karar verdi. 21 Haziran 1791 gecesi kendisi ve ailesi gizlice bir arabaya binerek doğu sınırına doğru yola çıktılar. Ancak Varennes posta istasyonunda, Fransızlar tarafından iyi bilinen, madeni paralara basılan profiliyle kimliği belirlendi. Kral ve kraliçe gözaltına alındı ​​ve eskort eşliğinde Paris'e geri gönderildi.

Louis, ailesiyle birlikte Tapınak'ta hapsedildi ve ulusun özgürlüğüne karşı komplo kurmak ve devletin güvenliğine karşı bir dizi girişimde bulunmakla suçlandı. Girondinler, Kral Louis XVI'nın yargılanmasını engellemeye ve ona yurt dışına seyahat etme fırsatı vermeye çalıştı. Ancak 11 Ocak 1793'te kralın Konvansiyon'daki duruşması başladı. Louis büyük bir vakarla davrandı ve seçtiği savunucuların konuşmalarıyla yetinmeyerek, anayasanın kendisine verdiği haklara atıfta bulunarak kendisine yöneltilen suçlamalara karşı kendisini savundu. Robespierre, Konvansiyonu şu sözlerle infazın gerekliliğine ikna etti: "Ya Louis suçludur, ya da devrim haklı gösterilemez." 20 Ocak'ta kral, 310'a karşı 383 oyla idam cezasına çarptırıldı.

Görünen o ki Fransızların kralın kutsal şahsını devirip idam etmesi hâlâ kolay olmadı. Bunu yapmak için bilinçteki belirli bir engelin aşılması gerekiyordu, ancak Louis XVI'nın kendisi bu engelin tuğla tuğla yıkılmasına katkıda bulundu. Ülkede ekmek kıtlığı yaşanıp korkunç fiyatlar ortaya çıkınca yetkililer, kararlarıyla halkı yalnızca kızdırdı. Örneğin, durumu düzeltecek önlemler yerine 1786'da orakla çavdar hasadının yasaklanması emri çıkarıldı.

Genel olarak Louis XVI, Rus Çarı II. Nicholas'a benziyor. Karakter şu şekilde anlatılıyor: “İyi kalpli ama aklı önemsiz ve kararsız bir karaktere sahip bir adamdı. Fiziksel aktivitelere, özellikle de sıhhi tesisat ve avcılığa karşı en büyük eğilimi gösterdi. Etrafındaki mahkemenin ahlaksızlığına rağmen, ahlakın saflığını korudu, büyük dürüstlük, görgü sadeliği ve lüks nefretiyle ayırt edildi. En iyi duygularla, halkın yararına çalışmak ve mevcut suistimalleri ortadan kaldırmak arzusuyla tahta çıktı, ancak bilinçli olarak amaçlanan bir hedefe doğru nasıl cesurca ilerleyebileceğini bilmiyordu. Çevresindekilerin, bazen teyzelerinin, bazen ağabeylerinin, bazen bakanların, bazen Kraliçenin (Marie Antoinette) etkisine boyun eğmiş, alınan kararları iptal etmiş, başlattığı reformları tamamlamamıştır.”

Son Rus Çarı Nicholas için de yaklaşık olarak aynı şey söylenebilir, sadece karısının adı değiştirilmelidir. Her iki eşin de yabancı olduğunu ve halkın bundan hoşlanmadığını hatırlamakta fayda var. Fransız kraliçesine "Avusturyalı", Rus kraliçesine ise "Alman" adını verdi. Her ikisinin de daha az kararlı eşleri üzerinde büyük etkisi vardı. Louis boş zamanlarında marangozluk yapmayı seviyordu; hatta Fransa'daki ilk giyotinin imalatında usta olarak çalıştığı söyleniyor. Ve Nikolai sağlığı için odun kesmeyi severdi.

Ve bu iki hükümdarın kaderleri arasında inanılmaz benzerlikler var. Nicholas II'nin tahta çıkışından ve Louis XVI'nın düğününden sonra, popüler şenliklere önemli kayıplarla sonuçlanan bir izdiham damgasını vurdu. Louis XVI, Nicholas II gibi, devrimin habercisi haline gelen halk huzursuzluğuna önem vermedi. 1788-1789'da Fransa'da büyük şehirlerdeki kentli alt sınıflar arasında köylü ayaklanmaları ve büyük huzursuzluklar başladı. Nisan 1789'da işçiler, büyük bir fabrikanın sahibi olan Revellon'un ve büyük bir sanayici olan Henriot'un evlerini yıktılar. Gelen askerler işçilere ateş açtı. İsyan bastırıldı, ancak yetkililer "devrim ateşinin bir kıvılcımla alevlenebileceğini" anlamadılar.

St.Petersburg'da "Kanlı Pazar" yaşandığında, II. Nicholas kır saraylarından birinde tatilin tadını çıkarıyordu ve halkına güvence vermek için St. Petersburg'a dönme girişiminde bile bulunmadı. İnsanların Bastille'e saldırdığı gün, Louis XVI günlüğüne ava çıktığını ve hiçbir şey yakalayamadığını yazdı. Bastille'de dökülen kandan söz edilmiyor.

15 Ocak 1793'te Ulusal Konvansiyon neredeyse oybirliğiyle Louis XVI'yı suçlu buldu, ancak milletvekillerinin yarısından biraz fazlası ölüm cezasına oy verdi.

21 Ocak sabah saat 10 civarında, Louis XVI, idam edilmek üzere bir at arabasıyla Place de la Revolution'a götürüldü. İskele, daha önce Louis XV heykelinin durduğu kaidenin yakınında yükseldi. Ve çevredeki alanın tamamı insan kalabalığıyla doluydu. Louis XVI, darağacında tahtta olduğundan çok daha fazla sertlik gösterdi. Gerçek bir aristokratın onuruyla ölümü kabul etti. Ve başını giyotin bıçağının altına sokmadan önce şunları söyledi:

Masum ölürüm, itham edildiğim suçlardan masumum. Bunu size darağacından söylüyorum, Tanrı'nın huzuruna çıkmaya hazırlanıyorum. Ve ölümümden sorumlu olan herkesi affediyorum.

Saat 10:20'de Fransa'nın kralı yoktu. Halk oybirliğiyle "Yaşasın Cumhuriyet" diye haykırdı ve cellatın XVI. Louis'nin başını kaldırdığı anda kükremeye başladı. Şu anda bir top atışının da ateşlenmesi gerektiği varsayıldı. Ancak infazı düzenleyenler, kralın kafasının düşerken diğer suçluların kafasından daha fazla ses çıkarmaması gerektiğini düşünüyorlardı.”

İdam edilen kralın naaşı Aziz Magdalene mezarlığına gömüldü. 23 yıl önce Louis XVI ile Avusturyalı prenses Marie Antoinette'in düğün kutlamalarında çıkan izdihamda ölen binden fazla Fransız'ın gömüldüğü yer.

Kralın idamından sonra mutluluk Fransa'ya inmedi. Hükümdarın idam edilmesiyle sorunlar çözülmedi. Devrimciler arasında partiler arası bir mücadele çıktı. Paris'te açlık, işsizlik, spekülasyon ve huzursuzluk arttı. Vendée eyaletinde karşı-devrimci bir köylü isyanı patlak verdi.

Paris'te Kamu Güvenliği Komitesi ve Devrim Mahkemesi'nin terörü yoğunlaştı.

İlk olarak, Fransız devrimciler başladıkları işi bitirmeye ve hayatta hiç kimsenin onlara "lanet monarşiyi" hatırlatmaması için kraliyet ailesini yok etmeye karar verdiler. Bu listedeki ilk kişi, güzelliği ve kendi Avusturya sarayına olan bağlılığıyla ünlü olan Fransa Kraliçesi Marie Antoinette'di. Fransa'da sevilmeyen bir kişi olduğu için ona "Madam Eksikliği" lakabı verildi. Paris'te yeterli ekmek yoktu ve kraliçenin ikametgahı olan Petit Trianon'un inşasına iki milyon lira akıtıldı; burada kralın kendisi bile ancak karısının izniyle görünebiliyordu.

Devrimciler, Rougeville Markisi'nin Marie Antoinette'i gözetim altında tutulduğu Kapıcı Kulesi'ndeki hücresinden kurtarma planlarının farkına vardılar. Bundan sonra duruşması hızlandırıldı. Kraliçe, yabancı ülkelerle bağlarını sürdürmek ve Fransa'nın çıkarlarına ihanet etmekle suçlanıyordu. 16 Ekim sabah saat 4'te kendisine idam cezası okundu. Bundan sonra cellat Henri Samson, kraliçenin kafasını tonladı ve ellerine arkasından prangalar koydu. Marie Antoinette, beyaz pike gömlek, bileklerinde siyah kurdele, omuzlarına beyaz muslin atkı ve başında kasketle idama gitti. Öğleden sonra 12.15'te kraliçenin başı, şu anda Place de la Concorde olarak bilinen yerde kesildi.

Marie Antoinette'in idamı Stefan Zweig tarafından zekice anlatılmıştır:

“Saat on bir civarında Conciergerie'nin kapıları açılıyor. Hapishanenin yakınında, güçlü bir ata, dövücüye koşumlanmış, arabaya benzer bir şey olan bir cellat arabası var. Louis XVI, cam pencerelerle izleyicilerin acı verici nefret ve edepsizlik saldırılarından korunan kapalı bir kraliyet arabasında, ciddiyetle infaz yerini takip etti. Bu süre zarfında, hızlı gelişimiyle devrim çok ileri gitti: artık giyotine giderken bile eşitlik talep ediyor, kral diğer vatandaşlardan daha rahat ölmemeli, celladın arabası dul Capet için yeterince iyi. ...

... Önce Conciergerie'nin kasvetli koridorundan memurlar çıkıyor, ardından silahlı bir muhafız birliği geliyor, ardından Marie Antoinette sakin ve kendinden emin bir şekilde yürüyor. Cellat Sanson, sanki etrafı muhafızlar ve askerlerle çevrili kurbanın kaçma tehlikesi varmış gibi, ellerinin bir ucu arkadan bağlı şekilde onu uzun bir ip üzerinde tutuyor….

Devasa Devrim Meydanı, bugünkü Place de la Concorde, insanlarla kapkara olmuş durumda. Onbinlerce insan, Hébert'in alaycı ve acımasız sözlerine uygun olarak, kraliçeyi görmenin ender gösterisini kaçırmamak için sabahın erken saatlerinden itibaren ayağa kalkıyor: "milli usturayı tıraş edin."

Araba iskelenin önünde durur. Sakin bir şekilde, dışarıdan yardım almadan, "hapishaneden çıkarken olduğundan daha da taşlaşmış bir yüzle", herhangi bir yardımı reddeden kraliçe, iskelenin ahşap basamaklarına tırmanıyor, siyah saten yüksek topuklu ayakkabılarıyla aynı kolaylıkla ve sevinçle bu sonunculara tırmanıyor. Basamaklar, bir zamanlar Versailles'ın mermer merdivenlerinde olduğu gibi. Etrafını saran iğrenç kargaşanın üzerinden, gökyüzüne bir kez daha, görmeyen bir bakış. Orada, sonbahar sisinde yaşadığı ve dayanılmaz derecede acı çektiği Tuileries'i fark edebilecek mi? Son anda hatırlıyor mu: Tam bu son dakikada, aynı kalabalığın, bunun gibi meydanlarda onu tahtın varisi olarak selamladığı günü? Bilinmiyor. Ölen bir kişinin son düşüncelerini kimsenin bilmesine izin verilmez. Bitti. Cellatlar onu arkadan yakalıyor, hızlı bir şekilde tahtaya fırlatıyor, kafası bıçağın altına giriyor, bıçağın şimşekleri ıslık sesiyle düşüyor, donuk bir darbe - ve Sanson, kanayan kafayı saçlarından yakalayarak onu yukarıya kaldırıyor. kare. Ve bir an önce dehşet içinde nefesini tutan onbinlerce insan, sanki korkunç bir büyücülük büyüsünden kurtulmuş gibi, şimdi tek bir dürtüyle sevinç çığlıklarına boğuldu. "Yaşasın Cumhuriyet!" - sanki çılgınca bir boğucudan kurtulmuş bir boğazdan geliyormuş gibi gürlüyor. Daha sonra insanlar hızla dağılıyor. Parbleu! Aslında saat on ikiyi çeyrek geçiyor, öğle yemeği zamanı; acele et eve. Neden burada takılıyorsun? Yarın, tüm bu haftalar ve aylar boyunca, neredeyse her gün bu meydanda benzer bir manzarayı tekrar tekrar görebilirsiniz.

Öğlen. Kalabalık dağılıyor. Cellat küçük bir el arabasıyla ayaklarının dibinde kanlı bir kafa bulunan cesedi götürür. İskeleyi korumak için iki jandarma kaldı. Yavaş yavaş yere damlayan kan kimsenin umurunda değil. Meydan boş."

Fransız Devrimi, bir darbe için bir araya gelen siyasi partilerin daha sonra kaçınılmaz olarak nasıl çatışmaya gireceğini açıkça gösteren ilk devrim oldu. Siyasi mücadeleleri teröre dönüşüyor ve sonrasında siyasi arenada sanki bir amfitiyatro arenasında gladyatör dövüşündeymiş gibi herkes birbiri ardına ölüyor.

Tıpkı Ekim Devrimi'nden sonra Rusya'da “kızıl terör”ün öncesinde Uritsky'nin öldürülmesi gibi, Fransa'da da devrimci terörün yükselişinin ardından Jakoben lider Marat'ın öldürülmesi geldi.

13 Temmuz 1793'te 25 yaşındaki Charlotte Corday d'Armont, Fransa'yı en büyük düşmanından kurtardığını düşünerek Marat'ı küvette bıçaklayarak öldürdü. Hasta devrimcinin dairesine girmek için Charlotte, ona karşı-devrimci bir komplo hakkında bilgi vermek istediğini söyledi. Zorbalar ve devrimciler düzenli olarak bu oyuna kanıyordu; Marat da bir istisna değildi. Ve hançerle kalbinden bıçaklandı.

Mahkemeye "Yüzbinlerce masum ruhu kurtarmak için bir kötü adamı öldürdüm" dedi.

Bu kadar saygısızlıktan sonra aynı gün giyotine gönderildi. Charlotte cesurca ve vakarla iskeleye çıkarken, Milletvekili Adam Luks kalabalığın arasından bağırdı:

Bak, büyüklük bakımından Brutus'u geride bırakıyor!

Bu basın açıklaması Lux'un bir süre sonra aynı giyotinden kafasını kaybetmesine neden oldu.

Devrimci Konvansiyonun varlığının ilk günlerinden itibaren, en etkili partiler olan Girondinler ve Jakobenler arasında bir çatışma çıktı. Fransız Devrimi'nin liderlerinden Maximilian Robespierre, kongreyi krala idam cezası verilmesi yönünde ikna eden konuşmasıyla ünlüydü. İkinci hedefi Girondin'lerdi. Robespierre tutkulu konuşmalarla onlara saldırdı. Kısa süre sonra Girondinler Konvansiyon'dan ihraç edildi ve baskıya maruz kaldı.

31 Ekim 1793'te Fransa'da monarşiyi devirmeye hazırlanan liderleri Brissot, Verniot, Jeansonnet ve diğerleri giyotinle idam edildi.

Girondinlere katılan filozof ve ansiklopedist Marquis de Condorcet, onların tutuklandığını öğrenince kaçtı ve taş ocaklarında saklandı. Ancak yerel sans-culottes, paçavralar içindeki de Condorcet'in bir "madenci" olmadığını hemen anladı. Birincisi, markiz kibar konuşmasıyla ve ikincisi Homeros'un asla ayrılmadığı cildiyle ihanete uğradı. De Condorcet hapishaneye nakledildi ve burada giyotinle idam edilmeden önce kendini zehirledi.

Tuileries'e saldırma planını geliştiren Konvansiyon Chabot'un yardımcısı Jakoben de tutuklandı. Fransız Doğu Hindistan Şirketi'nin lağvedilmesine "ısıtan" devrimci yetkilileri gün ışığına çıkarma girişimi onu mahvetti. Devrimciler bile yolsuzlukla mücadele eden savaşçıları sevmiyor. Chabot giyotinden kaçamayacağını anlayınca intihar etmeye karar verdi. 17 Mart 1794, “Yaşasın Cumhuriyet!” hücresinde bir bardak dolusu sülfürik asit içti. Bu içecek ölüm getirmedi ama korkunç ıstıraba neden oldu. Chabot üç gün boyunca hapishane revirinde yaşamla ölüm arasında kaldı ve sürekli olarak asit yanıklarından acı çekti. Ancak giyotine gönderildiğinde henüz toparlanamamıştı.

Geriye kalan devrimciler arasında üç ana “grup” ortaya çıktı: aralarında anlaşmazlıkların başladığı sağ (Danton), orta (Robespierre) ve sol (Hébert). Hebertçiler Komün'ün liderleriydi; ilk tutuklananlar ve yargılananlar onlardı. Ayaklanma hazırlamakla, İngiltere ile bağlantı kurmakla, cumhuriyete saygısızlıkla ve hatta... çamaşır çalmakla suçlandılar. 24 Mart 1794'te hepsi idam edildi. Ünlü cumhuriyetçi gazeteci, Parisli yoksulların lideri Hébert de dahil.

Eberistlerden sonra sıra “sağda”ydı. 30 Mart gecesi Saint-Just'un ihbarının ardından Danton, Camille Desmoulins, Gero-de-Séchal, Lacroix ve diğer Dantonistler tutuklandı. Danton ve destekçileri, tıpkı Hébertistler gibi, yabancılar tarafından rüşvet almakla suçlandı ve suçlamada, Hébertistlerin aşırı önlemlerle cumhuriyeti çökertmeye çalıştıkları takdirde Dantonistlerin de ılımlılıklarıyla aynı şeyi başarmaya çalıştıkları belirtildi. Devrimin lideri ve 1792'de Fransa'yı kurtaran Danton, mahkeme önünde şunları söyledi: "Birkaç korkak soyguncunun hırslarına kurban ediliyoruz, ancak onlar hain zaferlerinin meyvelerinden uzun süre yararlanamayacaklar... Robespierre beni takip edecek!”

Aşağıdaki hikaye, o dönemde halkın devrimci liderlere karşı tavrını zaten kanıtlıyor. Camille Desmoulins'i tutuklamaya geldiklerinde pencereyi açtı ve zalimlerin şiddetine küfrederek yüksek sesle vatandaşları kendisine yardım etmeye çağırmaya başladı. Kimse cevap vermedi. Daha sonra Desmoulins sustu, jandarmalara teslim oldu ve evdeki kütüphaneden yanına iki kitap alıp karısına veda etmek için izin isteyerek refakatçi eşliğinde hapishaneye gitti.

5 Nisan 1794'te Georges-Jacques Danton ve Camille Desmoulins Paris'te giyotinle idam edildi. Darağacına giderken Danton şu sözlerle kendini cesaretlendirdi: "Devam et Danton, zayıflığı bilmemelisin!" Ve Robespierre'in yaşadığı evin önünden geçerken Danton bağırdı:

Maximilian, seni bekliyorum!

Görgü tanıklarının ifadesine göre Danton, idam edilmeden önce kaba sözlerle küfretti ve Desmoulins ağladı. Cellat Sanson daha sonra infaz prosedürünü şu şekilde tanımladı:

“Önce Hero de Sechelles iskeleye çıktı ve çağrılmayı beklemeden Danton da onunla birlikteydi. Gero artık ona veda edemeyeceği için Danton ona sarılmaya geldiğinde asistanlar zaten Gero'yu yakalayıp kafasına bir çanta koymuşlardı. Sonra Danton haykırdı: “Aptallar! Kafaların çuvalın içinde öpüşmesine engel olacak mısın?..” Danton yaklaşırken giyotin bıçağı henüz temizlenmemişti; Ceset çıkarılırken geri dönmesini söyleyerek onu geride tuttum ama o sadece küçümseyerek omuzlarını silkti: “Arabanızda biraz fazla veya az kan var, ne önemi var; insanlara kafamı göstermeyi unutma; Böyle kafaları her gün göremezsiniz." Bunlar onun son sözleriydi."

Robespierre'in 1789 baharında Desmoulins'in düğününde tanık olduğu söylenmelidir. Onun yanı sıra Petion ve Brissot da evlilik belgesine imza attı. Birkaç yıl geçti ve Robespierre ile Desmoulins önce Pétion'u, sonra da Brissot'yu ölüme mahkum etti. Paris'in ilk demokratik belediye başkanı Pétion, devrim sarayından ormanda saklandı ve orada kurtlar tarafından öldürüldü. Cumhuriyetçi gazeteci ve 1791 yılının kahramanı Brissot'nun kafası giyotinle kesildi. Ardından Robespierre, Bastille saldırısının beyni ve Fransa'nın ilk cumhuriyetçisi Desmoulins'i darağacına gönderdi. Demoulin'in genç karısı Lucille'in kendisine yönelttiği küfürleri dinlememek için kocasının idamından sekiz gün sonra onu giyotine gönderdi.

Solun ve sağın ölümünden sonra, Fransa'da "ikinci üçlü yönetim" iktidarda bulundu - Robespierre, Saint-Just ve Couthon. Ama aralarında en önemlisi Robespierre'di.

Yeni üçlü yönetim, Robespierre tarafından formüle edilen ilkeyi uygulamaya devam etti: "Demokratik hükümetin temeli erdemdir ve uygulanmasının aracı da terördür."

12 Haziran 1794'te Maximilian Robespierre'nin girişimiyle Konvansiyon, devrim mahkemesini yeniden düzenleyen bir yasayı kabul etti. Yeni yasa, sanıkların temyiz ve temyizini, tanık dinlenmesini ve ön sorguya çekilmesini yasaklıyordu. Her yurttaş komplocuyu ihbar etmek ve onu tutuklamak zorundaydı. Ölüm cezası tek önlem olarak kabul edildi ve ceza vermek için yeterli temel, jürinin sanığın suçluluğuna ilişkin "ahlaki kanaati"ydi. Sonuç olarak, Paris'teki mahkemenin varlığının önceki 13 ayında 1.220 kişi idam edildiyse, o zaman yalnızca 20 Haziran'dan 27 Temmuz'a kadar - 1.366 kişi idam edildi.

Jakoben terörünün eylemcileri arasında yalnızca Robespierre'in üçlüsü değil, bireyler de öne çıktı. Konvansiyonun vekili isyancı Nantes'in yakalanmasının ardından, cezai bir müfrezeye komuta eden Jacobin Carrier, kralcıların ve Girondinlerin infazlarını ve giyotinle idam edilmesini organize etti. Giyotine hizmet eden cellat ve idam mangası bitkin düşmüş, Jakobenlerin siyasi muhaliflerini öbür dünyaya göndermişti. Daha sonra Carrier, tutuklanan 90 rahibi mavnanın ambarına koydu, gemiyi Loire'ın ortasına götürdü ve batırdı. Carrier, "Sürgün cezası" diye küçümsedi, "dikey olarak infaz edildi."

Carrier boğulmayı seviyordu ve İngiliz tarihçi T. Carlyle'ın şöyle tanımladığı benzer bir infazı uygulamaya başladı: “...Erkekler ve kadınlar ellerinden ve ayaklarından birbirine bağlanıp fırlatılıyor. Buna “Cumhuriyetçi düğünü” denir... Kurbanların artık acının farkında olmayan, solgun, şişmiş bedenleri Loire'ın dalgaları boyunca rastgele denize doğru koşuyor; gelgit onları geriye doğru atıyor; kuzgun bulutları nehri karartıyor; kurtlar sığ sularda dolaşıyor.

Fransız terörü genel olarak Carlyle üzerinde silinmez bir izlenim bıraktı, bu yüzden bunu anlatmak için renklerden kaçınmadı: “Giyotin ve örme şapkalı “Marat şirketi” dinlenmeden çalışıyor, küçük çocukları ve yaşlıları giyotinle idam ediyor. Orada bulunan devrim mahkemesi ve askeri komisyon giyotinle vuruluyor. Place de Terreault'un hendeklerinden kan akıyor."

Sonunda Robespierre'in idamları ve yasakları hayatta kalan parlamenterlere de ulaştı. Robespierre, Konvansiyon'daki suçlayıcı konuşmalarını "zorlarken" hiçbiri canına kıyamadı.

Saint-Just, Thermidor 9 Konvansiyonu'nda (27 Temmuz) bir sonraki suçlayıcı konuşmasına başladığında, konuşmasına izin verilmedi. Robespierre kürsüye çıktı ama her taraftan "Kahrolsun zalim" çığlıkları duyuldu. Konvansiyon derhal Robespierre, Saint-Just, Couthon ve onların bazı destekçilerini yasa dışı ilan etmeye ve tutuklamaya karar verdi. Robespierre yürekten haykırdı:

Cumhuriyet öldü, soyguncular kazanıyor!

Ancak bazı Jakobenler Robespierre'i "soygunculardan" geri almaya çalıştı. Ancak jandarmalar onlara engel oldu. İçlerinden biri tabancayla Robespierre'in çenesini ezdi.

Bu nedenle 10 Thermidor'da (28 Temmuz 1794) Robespierre yüzünde bir bandajla idama gitti. Onunla birlikte diğer üçlüler de giyotine götürüldü - Saint-Just ve Couthon ve kardeşi Augustin. Yol boyunca, yakın zamanda Jakobenlerin siyasi muhaliflerine karşı yapılan misillemelere sevinen kalabalık, şimdi de Robespierre'in idam sehpasına götürülmesine seviniyordu. Onu ironik bir şekilde "kral" ve "majesteleri" çığlıklarıyla karşıladı.

Sonraki iki gün içinde Jakoben diktatörlüğünün yaklaşık yüz destekçisi daha idam edildi. Bunların arasında özellikle zalim olan Devrim Mahkemesi savcısı Antoine Quentin Fouquier-Tinville de vardı. Her birinde 25-30 farklı ceza davasıyla ilgili hemen sonuç çıkardığı ölüm cezaları ve konuşmalarıyla ünlendi. Büyük ölçüde onun sayesinde A. Lavoisier, A. Chenier, J. Danton, C. Desmoulins ve diğer ünlü kişiler idam edildi.

Onun inisiyatifiyle verilen ölüm cezası, Robespierre'e suikast girişiminde bulunmak gibi uydurma suçlamalarla mahkum ettiği 53 Fransız'la hemen meşhur oldu. Robestpierre'e karşı "ulusun babası" tavrını vurgulayan Tenville, mahkumların baba katlini temel alan infaz ritüeline tabi tutulmasını sağladı. Mahkumlar kırmızı gömlekler giydirildi ve yalınayak infaz yerine götürüldü.

Fouquier-Tinville ayrıca olağan infaz ritüelini geliştirmeye çalıştı. Güçlerini ve cesaretlerini zayıflatmak için idamdan önce mahkumların kanını akıtmayı önerenin kendisi olduğunu söylüyorlar.

Fouquier-Tinville'e yöneltilen suçlamalardan biri de hamile olduğunu beyan eden ve doktorların haklarında kesin bir bilgi veremediği kadınların infazını gerçekleştirmesiydi. Örneğin bakan Jolie de Fleury'nin dul eşi, Madame Ginnisdal ve daha az ünlü diğer birçok bayan için durum böyleydi.

O dönemde Fransa'da yasalar hamile kadınların idam edilmesine izin vermiyordu. Bu, 1670 tarihli Ceza Nizamnamesi'nin XXV. Bölümünün 23. Maddesinde belirtilmiştir. Orta Çağ'da hamile kadınlara cezanın infazı ertelendi ve soruşturma sırasında onlara işkence yapılması bile yasaklandı.

Ancak aralarında Tenville'in başrol oynadığı devrimci terörün figürleri, zulüm konusunda ortaçağ engizisyoncularını bile geride bıraktı. Çoğu zaman doktorlar, yetkililerin ve hakimlerin hoşnutsuzluğundan korkarak sanıkların hamileliği hakkında sonuç çıkarmadılar. Örneğin, Thermidor'un 7. ve 8. günlerinde hamile olduklarını beyan eden sekiz kadını muayene ettikten sonra yedi tanesini ilan ettikleri bilinen bir durum var. Ve doktorlar şu ya da bu kadının bir fetüs taşıdığı sonucuna varma cesaretini gösterseler bile, Fouquier-Tinville'in bu temelde ona merhamet göstereceği bir gerçek değil. İnsanlardan çok hayvanlara önem veriyor gibiydi. Bir keresinde Tenville, "hamile bir ineği fetüsüne zarar vermek amacıyla öldürmek" suçundan dolayı belirli bir kasap hakkında ceza davası başlatmıştı.

Ancak hamilelik, belli bir Madam Serilly'yi idam edilmekten kurtardı. Ölüm cezasına çarptırıldı, ancak kendisine ilk olarak Piskoposluk Cezaevi Hastanesinde doğum yapma fırsatı verildi. Serilly şans eseri hayatta kaldı - adı yanlışlıkla 21 floreals tarafından idam edilenlerin listesine (10 Mayıs 1794) dahil edildi ve unutuldu. Ancak Fouquier-Tinville'e karşı açılan davada, onun diğer dünyadan gelen bir hayalet gibi acımasız davalara tanıklık ettiği anı bir kez daha hatırladılar.

Cérilla daha önce Sözleşme destekçisi Dumas ve savcı olarak Komün destekçisi Tenville'in başkanlık ettiği bir mahkeme tarafından yargılanmıştı. Kadın duruşmanın nasıl ilerlediğini şöyle anlattı:

“21 floreal, eşim ve ben, diğer 23 sanıkla birlikte burada idam cezasına çarptırıldık. Kocam ve ben 28 Şubat, 20 Haziran ve 10 Ağustos'ta komplolara katılmakla suçlandık. Bütün duruşma bize isimlerimizin, yaşlarımızın ve rütbemizin sorulmasından ibaretti. Bu, tüm tartışmanın sonuydu çünkü Başkan Dumas sanığın konuşmasına izin vermedi ve kendisi de kimseyi dinlemedi. Sonra eşimi ve arkadaşlarımı sanık sandalyesinde gördüm, şimdi onların yerinde katillerini ve cellatlarını görüyorum.”

O zamanlar Dumas ve Tenville, hakimlerin acımasını bilmeden harika bir ikili oluşturdular. Ancak çok geçmeden "Konvansiyon ile Komün arasında kara bir kedi koştu." Dumas tutuklandı ve Tenville, yerine getirilmiş bir görev duygusuyla onu giyotine gönderdi. Doğru, bir süre sonra "ulusal ustura" kafasını tıraş etti.

Robespierre'in mezarı mevcut değil; kalıntıları, 10 Thermidor'da idam edilen ortaklarıyla birlikte isimsiz bir mezarda yatıyor.

1789 Fransız Devrimi, tarih tarafından, özgürlük adına sadece monarşiyi değil, kendisini de ezen büyük bir yıkıcı güç olarak kabul edilmektedir.

Giyotin, Fransız Devrimi'nin kötü şöhretli sembollerinden biri haline gelen cellat becerisinin bir tür zirvesidir. Cellat zanaatında insanın yerini alan mekanizma, sadece ruhsuz bir dehşetin yansıması mıydı, yoksa merhamet göstermenin bir yolu muydu? Gelin Popüler Mekaniğe birlikte bakalım.

Giyotin (Fransız giyotini), kafanın kesilerek idam cezasının uygulanmasına yönelik özel bir mekanizmadır. Giyotin kullanılarak yapılan idama giyotinleme denir. Bu buluşun 1977 yılına kadar Fransızlar tarafından kullanılmış olması dikkat çekicidir! Aynı yıl karşılaştırma amacıyla insanlı uzay aracı Soyuz-24 uzaya gitti.

Giyotin basit bir şekilde tasarlanmıştır ancak görevlerini çok etkili bir şekilde yerine getirir. Ana kısmı, kılavuz kirişler boyunca serbestçe dikey olarak hareket eden ağır (100 kg'a kadar) eğik bir metal bıçak olan “kuzu” dur. Kelepçeler kullanılarak 2-3 metre yükseklikte tutuldu. Mahkum, mahkumun kafasını geri çekmesine izin vermeyen özel bir girintiye sahip bir sıraya yerleştirildiğinde, bir manivela kullanılarak kelepçeler açıldı ve ardından bıçak, kurbanın yüksek hızda kafasını kesti.

Hikaye

Bu buluş, şöhretine rağmen Fransızlar tarafından icat edilmedi. Giyotinin "büyük büyükannesi", üzerinde yatay bir kiriş bulunan iki direkli ahşap bir yapı olan "Halifax Darağacı" olarak kabul edilir. Bıçağın rolü, kirişin olukları boyunca yukarı ve aşağı kayan ağır bir balta bıçağı tarafından oynandı. Bu tür yapılar şehir meydanlarına yerleştirildi ve bunlardan ilk söz 1066 yılına kadar uzanıyor.

Giyotinin başka birçok atası da vardı. İskoç Bakire (Maiden), İtalyan Mandaya, hepsi aynı prensibe güveniyordu. Başın kesilmesi en insani infazlardan biri olarak kabul ediliyordu ve yetenekli bir celladın elinde kurban hızla ve acı çekmeden ölüyordu. Bununla birlikte, sonuçta evrensel bir mekanizmanın yaratılmasına yol açan şey tam da sürecin zahmetli olmasıydı (aynı zamanda cellatlara daha fazla iş ekleyen hükümlülerin çokluğu). Bir kişi için zor olan işi (sadece ahlaki değil, aynı zamanda fiziksel olarak da), makine hızlı ve hatasız bir şekilde yaptı.

Yaratılış ve popülerlik

18. yüzyılın başlarında Fransa'da insanları idam etmenin çok çeşitli yöntemleri vardı: Talihsizler yakıldı, arka ayakları üzerinde çarmıha gerildi, asıldı, dörde bölündü vb. Kafa keserek infaz (başın kesilmesi) bir tür ayrıcalıktı ve yalnızca zengin ve nüfuzlu kişilere ayrılmıştı. Yavaş yavaş halk arasında bu tür zulme karşı öfke büyüdü. Aydınlanma fikirlerinin pek çok takipçisi, yürütme sürecini mümkün olduğunca insancıllaştırmaya çalıştı. Bunlardan biri, 10 Ekim 1789'da Fransız ceza kanunu tartışması sırasında sunduğu altı makaleden birinde giyotinin kullanılmasını öneren Dr. Joseph-Ignace Guillotin'di. Buna ek olarak, ülke çapında bir ceza standardizasyonu sistemi ve suçlunun ailesine zarar verilmemesi veya itibarının zedelenmemesi için bir koruma sistemi getirilmesini önerdi. 1 Aralık 1789'da Guillotin'in bu önerileri kabul edildi, ancak makineyle infaz reddedildi. Ancak daha sonra doktorun kendisi bu fikrinden vazgeçtiğinde, diğer politikacılar bunu sıcak bir şekilde desteklediler, böylece 1791'de giyotin hâlâ suç sistemindeki yerini aldı. Guillotin'in infazı meraklı gözlerden saklama talebi iktidardakileri memnun etmese ve giyotin popüler bir eğlence haline gelse de, mahkumlar kalabalığın ıslık ve yuhalamaları arasında meydanlarda idam edildi.

Giyotinle idam edilen ilk kişi Nicolas-Jacques Pelletier adında bir soyguncuydu. Halk arasında kısa sürede "milli ustura", "dul" ve "Madam Giyotin" gibi takma adlar aldı. Giyotinin hiçbir şekilde toplumun belirli bir katmanıyla ilişkili olmadığını ve bir anlamda herkesi eşitlediğini belirtmek önemlidir - Robespierre'in kendisinin orada idam edilmesi boşuna değildi.

1870'lerden ölüm cezasının kaldırılmasına kadar Fransa'da geliştirilmiş Berger sistemi giyotini kullanıldı. Sökülebilir ve genellikle hapishane kapılarının önüne doğrudan yere kurulur ve iskele artık kullanılmamaktadır. İnfazın kendisi birkaç saniye sürüyor; başsız beden, celladın asistanları tarafından anında kapaklı hazırlanmış derin bir kutuya itildi. Aynı dönemde bölgesel cellatların pozisyonları da kaldırıldı. Cellat, yardımcıları ve giyotin artık Paris'te bulunuyordu ve infazların gerçekleştirileceği yerlere seyahat ediyordu.

Hikayenin sonu

Fransa'da halka açık infazlar, Eugene Weidmann'ın son "açık hava" kurbanı olduğu 1939 yılına kadar devam etti. Böylece Guillotin'in idam sürecini meraklı gözlerden gizleme isteğinin gerçekleşmesi neredeyse 150 yıl sürdü. Fransa'da giyotinin son hükümet kullanımı, Hamida Djandoubi'nin idam edildiği 10 Eylül 1977'de gerçekleşti. Bir sonraki infazın 1981 yılında gerçekleşmesi planlanıyordu ancak kurban olduğu iddia edilen Philippe Maurice'e af tanındı. Aynı yıl Fransa'da ölüm cezası kaldırıldı.

Söylentilerin aksine Dr. Guillotin'in kendi icadından kurtulduğunu ve 1814 yılında doğal sebeplerden sağ salim öldüğünü belirtmek isterim.

Neredeyse iki yüz yıllık tarihi boyunca giyotin, suçlulardan devrimcilere, aristokratlardan krallara ve hatta kraliçelere kadar on binlerce insanın kafasını kesti. Maria Molchanova, bu ünlü terör sembolünün kökeninin ve kullanımının öyküsünü anlatıyor.

Uzun süre giyotinin 18. yüzyılın sonunda icat edildiğine inanılıyordu, ancak son araştırmalar bu tür "baş kesme makinelerinin" daha uzun bir geçmişe sahip olduğunu gösterdi. En ünlüsü ve belki de ilklerinden biri, üzerinde yatay bir kiriş bulunan 15 metrelik iki direğe sahip yekpare ahşap bir yapı olan Halifax Darağacı adı verilen bir makineydi. Bıçak, dikmelerdeki yuvalar boyunca yukarı ve aşağı kayan bir baltaydı. Büyük olasılıkla, bu "Halifax Darağacının" yaratılışı 1066 yılına dayanıyor, ancak ilk güvenilir sözü 1280'lere kadar uzanıyor. Cumartesi günleri kasabanın pazar meydanında idamlar yapıldı ve makine 30 Nisan 1650'ye kadar kullanımda kaldı.

Halifax Darağacı

Bir infaz makinesinin bir başka erken sözü, İrlanda'da Merton yakınlarındaki Marcod Ballagh'ın İnfazı 1307 tablosunda bulunur. Başlıktan da anlaşılacağı gibi, kurbanın adı Marcoud Ballagh'tır ve başı, son dönem Fransız giyotine çarpıcı bir benzerlik gösteren bir ekipman kullanılarak kesilmiştir. Benzer bir cihaz, giyotin makinesi ile geleneksel kafa kesmenin birleşimini tasvir eden bir tabloda da bulunuyor. Kurban bir tür mekanizmayla sabitlenmiş ve boynunun üzerine kaldırılmış bir baltayla bir bankta yatıyordu. Aradaki fark, büyük bir çekicin yanında duran, mekanizmaya saldırmaya ve bıçağı aşağıya göndermeye hazır olan cellatta yatmaktadır.

Kalıtsal cellat Anatole Deibler, "Mösyö de Paris", bu görevi babasından devraldı ve 40 yıllık kariyeri boyunca 395 kişiyi idam etti.

Orta Çağ'dan bu yana kafa keserek infaz yalnızca zengin ve nüfuzlu kişiler için mümkündü. Baş kesmenin diğer yöntemlere göre daha cömert ve kesinlikle daha az acı verici olduğuna inanılıyordu. Mahkumun hızlı bir şekilde öldürülmesini içeren diğer infaz türleri, eğer cellat yeterince nitelikli değilse, genellikle uzun süreli ıstıraba neden oluyordu. Giyotin, celladın asgari nitelikleriyle bile anında ölümü sağladı. Ancak, "Halifax Darağacı" nı hatırlayalım - bu, şüphesiz kuralın bir istisnasıydı, çünkü yoksullar da dahil olmak üzere toplumdaki konumlarına bakılmaksızın herhangi bir insanı cezalandırmak için kullanılıyordu. Fransız giyotini de istisnasız nüfusun her kesimine uygulanarak vatandaşların kanun önünde eşitliği vurgulandı.

18. yüzyıl giyotini

18. yüzyılın başlarında Fransa'da çoğu zaman acı veren, kanlı ve dayanılmaz olan birçok infaz yöntemi kullanılıyordu. Asmak, kazıkta yakmak ve dörde bölmek sıradan bir olaydı. Zengin ve güçlü insanların kafaları bir balta veya kılıçla kesilirken, sıradan halkın infazı genellikle ölüm ve işkence arasında gidip gelmeyi içeriyordu. Bu yöntemlerin ikili bir amacı vardı: suçluyu cezalandırmak ve yeni suçları önlemek, dolayısıyla infazların çoğu halka açık olarak gerçekleştiriliyordu. Yavaş yavaş, halk arasında bu tür korkunç cezalara duyulan öfke büyüdü. Bu hoşnutsuzluklar esas olarak Voltaire ve Locke gibi daha insani infaz yöntemleri savunan Aydınlanma düşünürleri tarafından körüklendi. Destekçilerinden biri Dr. Joseph-Ignace Guillotin'di; ancak doktorun idam cezasının savunucusu mu olduğu yoksa sonuçta bu cezanın kaldırılmasını mı isteyip istemediği hala belirsiz.

Fransız devrimci Maximilian Robespierre'nin idamı

Doktor ve Ulusal Meclis üyesi, anatomi profesörü, siyasetçi, Kurucu Meclis üyesi, Robespierre ve Marat'nın arkadaşı olan Guillotin, 1792'de giyotinin kullanılmasını önerdi. Aslında bu kafa kesme makinesine onun adı verilmiştir. Giyotinin kafayı kesmeye yönelik ana kısmı, dikey kılavuzlar boyunca serbestçe hareket eden ağır, birkaç on kilogramlık, eğik bir bıçaktır (argo adı "kuzu"). Bıçak, bir mandalla yerinde tutulduğu bir iple 2-3 metre yüksekliğe kaldırıldı. Giyotinlenen kişinin kafası, mekanizmanın tabanındaki özel bir girintiye yerleştirildi ve boyun için bir girinti bulunan ahşap bir tahta ile üstüne sabitlendi, ardından bir manivela mekanizması kullanılarak bıçağı tutan mandal açıldı ve yüksek hızla kurbanın boynuna düştü. Guillotin daha sonra Fransız doktor Antoine Louis tarafından tasarlanan ve Alman klavsen mucidi Tobias Schmidt tarafından üretilen etkileyici bir makine olan ilk prototipin geliştirilmesini yönetti. Daha sonra makineyi bir süre kullandıktan sonra Guillotin, 1790'lardaki giyotin histerisi sırasında adını bu silahtan mümkün olan her şekilde çıkarmaya çalıştı ve 19. yüzyılın başında ailesi başarısızlıkla hükümete yeniden isim vermesi için dilekçe vermeye çalıştı. ölüm makinesi.

Doktor Guillotin'in Portresi

Nisan 1792'de, cesetler üzerinde yapılan başarılı deneylerin ardından, yeni makineyle ilk infaz Paris'te Place de Greve'de gerçekleştirildi - ilk idam edilen, Nicolas-Jacques Pelletier adında bir soyguncuydu. Pelletier'in idamından sonra kafa kesme makinesine, tasarımcısı Dr. Louis'in anısına "Luisette" veya "Luizon" adı verildi, ancak bu isim kısa sürede unutuldu. Giyotinin tarihinin belki de en ilginç yönü, benimsenme ve kullanımının olağanüstü hızı ve ölçeğidir. Gerçekten de, ilk kullanımından sadece bir buçuk yıl sonra, 1795'e gelindiğinde giyotin yalnızca Paris'te binden fazla kişinin kafasını kesmişti. Elbette bu rakamlardan bahsederken zamanın rolünü de göz ardı edemeyiz, çünkü makine Fransa'da Fransız Devrimi'nin en kanlı döneminden sadece birkaç ay önce tanıtılmıştı.

Fransa Kralı XVI.Louis'in idamı

Giyotinin ürkütücü görüntüleri, son derece muğlak mizahi yorumlarla birlikte dergilerde ve broşürlerde yer almaya başladı. Onun hakkında yazdılar, şarkılar ve şiirler bestelediler, karikatürler ve korkutucu çizimlerle onu resmettiler. Giyotin her şeyi etkiledi; modayı, edebiyatı ve hatta çocuk oyuncaklarını; Fransız tarihinin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Ancak o dönemin tüm dehşetine rağmen giyotin halk arasında nefret uyandırmadı. Halkın ona taktığı lakaplar nefret dolu ve korkutucu olmaktan ziyade hüzünlü ve romantikti: "milli ustura", "dul", "Madam Giyotin". Bu olgudaki önemli bir gerçek, giyotinin hiçbir zaman toplumun belirli bir katmanıyla ilişkilendirilmemiş olması ve ayrıca Robespierre'in kendisinin de orada kafasının kesilmesidir. Hem dünün kralı hem de sıradan bir suçlu veya siyasi isyancı giyotinde idam edilebilir. Bu, makinenin yüce adaletin hakemi olmasına izin verdi.

Prag Pankrac hapishanesinde giyotin

18. yüzyılın sonlarında insanlar, makinenin korkunç işini yapmasını izlemek için gruplar halinde Devrim Meydanı'na geldi. Seyirciler hediyelik eşya satın alabiliyor, kurbanların isimlerini listeleyen programı okuyabiliyor ve hatta yakınlardaki "Giyotin'de Kabare" adlı restoranda atıştırmalık yiyebiliyordu. Bazıları her gün idamlara gidiyordu, en önemlisi de "Örücüler"di; bunlar, idam sehpasının hemen önünde ön sıralarda oturan ve idamlar arasında örgü ören fanatik kadınlardı. Bu ürkütücü tiyatro atmosferi hükümlülere de yayıldı. Birçoğu ölmeden önce alaycı sözler söyledi veya meydan okuyan son sözler söyledi, hatta bazıları darağacının merdivenlerinden aşağı son adımlarını dans ederek attı.

Marie Antoinette'in idam edilmesi

Çocuklar sık ​​sık idamlara gidiyor, hatta bazıları evde kendi minyatür giyotin modelleriyle oynuyorlardı. Yaklaşık yarım metre yüksekliğindeki giyotinin birebir kopyası o zamanlar Fransa'da popüler bir oyuncaktı. Bu tür oyuncaklar tamamen işlevseldi ve çocuklar bunları oyuncak bebeklerin ve hatta küçük kemirgenlerin kafalarını kesmek için kullanıyorlardı. Ancak sonunda bazı şehirlerde çocuklar üzerinde kötü etki yarattığı gerekçesiyle yasaklandı. Küçük giyotinler üst sınıfların yemek sofralarında da yer buluyor, ekmek ve sebze kesmekte kullanılıyordu.

"Çocuk" giyotini

Giyotinin popülaritesi arttıkça, Büyük Fransız Devrimi sırasında cellatların itibarı da arttı; Cellatlar, çok sayıda infazı hızlı ve doğru bir şekilde organize etme yeteneklerine göre değerlendirildi. Bu tür işler çoğu zaman bir aile meselesi haline geldi. Ünlü Sanson ailesinin nesilleri, 1792'den 1847'ye kadar hükümet cellatları olarak hizmet etti ve aralarında Kral Louis XVI ve Marie Antoinette'in de bulunduğu binlerce kurbanın boynuna bıçaklar dayadı. 19. ve 20. yüzyıllarda baş cellatların rolü baba ve oğuldan oluşan Deibler ailesine verildi. Bu görevi 1879'dan 1939'a kadar sürdürdüler. İnsanlar sokaklarda sık sık Sanson ve Deibler isimlerini övüyor, darağacına giderken giyim tarzları da ülkedeki modayı belirliyordu. Suç dünyası da cellatlara hayran kaldı. Bazı haberlere göre, gangsterler ve diğer haydutlar, "Kafam Deibler'e gidecek" gibi karanlık sloganların yer aldığı dövmeler bile yaptırdılar.

Giyotinle halka açık son idam, 1939

Giyotin, Fransız Devrimi sırasında yoğun bir şekilde kullanılmış ve 1981 yılında ölüm cezasının kaldırılmasına kadar Fransa'da idam cezasının infazının ana yöntemi olarak kalmıştır. Fransa'da halka açık infazlar, Eugene Weidmann'ın son "açık hava" kurbanı olduğu 1939 yılına kadar devam etti. Böylece Guillotin'in infaz sürecinin meraklı gözlerden gizli tutulmasına yönelik orijinal insani dileklerinin gerçekleşmesi neredeyse 150 yıl sürdü. Giyotinin en son kullanıldığı tarih, 10 Eylül 1977'de 28 yaşındaki Tunuslu Hamida Djandoubi'nin idam edilmesiydi. Kendisi, tanıdığı 21 yaşındaki Elisabeth Bousquet'e işkence edip öldürmekten suçlu bulunan Tunuslu bir göçmendi. Bir sonraki infazın 1981 yılında gerçekleşmesi planlanıyordu ancak kurban olduğu iddia edilen Philippe Maurice'e af tanındı.

1908 yılında Almanya'da doğan Eugene Weidmann, genç yaşlardan itibaren çalmaya başladı ve yetişkin olmasına rağmen suç alışkanlıklarından vazgeçmedi.

Soygun nedeniyle beş yıllık hapis cezasını çekerken gelecekteki suç ortakları Roger Millon ve Jean Blanc ile tanıştı. Serbest bırakılmalarının ardından üçü birlikte çalışmaya başladı, Paris çevresinde turistleri kaçırıp soymaya başladı.

1. 17 Haziran 1938. Eugene Weidman polise Fransa'daki Fontainebleau ormanındaki hemşire Janine Keller'ı öldürdüğü mağarayı gösteriyor.

Genç bir New York dansçısını, bir şoförü, bir hemşireyi, bir tiyatro yapımcısını, bir Nazi karşıtı aktivisti ve bir emlakçıyı soydular ve öldürdüler.

İç Güvenlik yetkilileri sonunda Weidman'ın izini sürdü. Bir gün eve döndüğünde kapıda kendisini bekleyen iki polis memurunu buldu. Weidman memurlara tabancayla ateş ederek onları yaraladı, ancak yine de suçluyu yere düşürmeyi ve girişte duran çekiçle onu etkisiz hale getirmeyi başardılar.

Sansasyonel yargılama sonucunda Weidman ve Millon idama, Blanc ise 20 ay hapis cezasına çarptırıldı. 16 Haziran 1939'da Fransa Cumhurbaşkanı Albert Lebrun, Weidmann'ın af talebini reddetti ve Millon'un ölüm cezasını ömür boyu hapse çevirdi.

Weidman, 17 Haziran 1939 sabahı, giyotinin ve kalabalığın ıslıklarının kendisini beklediği Versailles'daki Saint-Pierre hapishanesinin yakınındaki meydanda buluştu.

8. 17 Haziran 1939. Saint-Pierre hapishanesinin önünde Weidman'ın idamını bekleyen bir kalabalık giyotinin etrafında toplanıyor.

İnfazı izlemek isteyenler arasında o sırada 17 yaşında olan geleceğin ünlü İngiliz aktörü Christopher Lee de vardı.

9. 17 Haziran 1939. Giyotine giderken Weidman, cesedinin nakledileceği kutunun yanından geçer.

Weidman giyotine yerleştirildi ve Fransa'nın baş celladı Jules Henri Defourneau hemen bıçağı indirdi.

İnfazda hazır bulunan kalabalık çok dizginsiz ve gürültülüydü; seyircilerin çoğu hatıra olarak mendilleri Weidman'ın kanına batırmak için kordonu aştı. Sahne o kadar korkunçtu ki, Fransa Cumhurbaşkanı Albert Lebrun, suçu engellemek yerine insanların temel içgüdülerini uyandırmaya hizmet ettiğini öne sürerek kamuya açık infazları tamamen yasakladı.

Başlangıçta hızlı ve nispeten insani bir öldürme yöntemi olarak icat edilen giyotin, Hamida Djandoubi'nin Marsilya'da kapalı kapılar ardında idam edildiği 1977 yılına kadar özel infazlarda kullanılmaya devam etti. Fransa'da ölüm cezası 1981'de kaldırıldı.

Giyotinle halka açık son idam 17 Temmuz 1939'da gerçekleşti. Ancak 38 yıl daha, "Dul" (Fransızların tanıdık bir şekilde bu ölüm makinesini adlandırdığı adla) kafa kesme işlevlerini bilinçli bir şekilde yerine getirdi. Doğru, halkın artık bu tür gösterilere katılmasına izin verilmiyordu.

Tunus kökenli bir pezevenk olan Hamid Djandoubi, Eylül 1977'de Marsilya hapishanesinde giyotinle idam edildi. İşlediği suçlar toplumda büyük tepkiye neden oldu ve yarım kalan idam cezası tartışması yeniden alevlendi.

Dört yıl sonra François Mitterrand ölüm cezasını kaldırdı.

Tek ayak üzerinde infaz yerine topallayarak gitti. 10 Eylül 1977 sabahının ilk ışıklarıyla birlikte 31 yaşındaki pezevenk ve katil Hamid Djandoubi darağacına sürüklendi. Onu giyotinin altında diz çöktürmek için gardiyanlar, bacağının kesilmesiyle sonuçlanan bir fabrika kazasından sonra topallamaya alıştığı protezi çözmek zorunda kaldı. Marsilya'daki Beaumette hapishanesinin avlusunda sigara istedi. Sigarayı bırakmayan Djandubi bir tane daha istedi: Gitan sigarasıydı, tam da tercih ettiği sigaraydı. Tamamen sessizce, yavaşça sigara içti. Daha sonra avukatları, ikinci sigaradan sonra birkaç nefes daha almak istediğini ancak reddedildiğini söyleyecektir: “Hayır, hayır! Bu kadar yeter, size zaten hoşgörülü davrandık,” diye mırıldandı infazdan sorumlu önemli bir polis yetkilisi. Peki ne yapabilirsin? Djandubi başını bloğa koydu. Bıçak sabah 4.40'ta düştü.

Bugün Hamid Dzhandoubi'yi kim hatırlıyor? Ancak Fransız adalet tarihinde, cezası infaz edilen son idam mahkumu olarak yerini alıyor. 21 yaşındaki metresi Elisabeth Bousquet'e tecavüz etmek, işkence etmek ve kasten öldürmekten suçlu bulunan kendisi, Valéry Giscard d'Estaing'in yedi yıllık başkanlığı sırasında kafası kesilen üçüncü kişi oldu. Ondan önce bu kader Christian Ranuzzi'nin (28 Temmuz 1976) ve Jerome Carrain'in (23 Haziran 1977) başına geldi. Djandoubi, başkanın "Adalet yerini bulsun" diyerek affetmeyi reddettiği son kişi oldu. Adaletin şaşırtıcı derecede hızlı olduğu ortaya çıktı: 25 Şubat 1977'de Bouches-du-Rhone şehrinin jürisi davasını yalnızca iki gün değerlendirdi ve onu ölüm cezasına çarptırdı. Ve beş ay sonra zaten giyotinle idam edilmişti.

Hamida Djandoubi, 1968'deki idamından 9 yıl önce Marsilya'ya geldi. O sırada 22 yaşındaydı. Hayatında ilk kez memleketi Tunus'un dışına seyahat etti. Çok çabuk bir iş buldu - bir armatör oldu ve Mayıs 1968 olaylarından sonra bir şekilde hemen daha modern hale gelen Fransız toplumuna kolayca entegre oldu. 1971'de bir kaza sonucu sadece bacağını kaybetmekle kalmadı, aynı zamanda zihinsel olarak da bozuldu: arkadaşları adamın tamamen farklı bir insan haline geldiğini söyledi - zalim ve saldırgan. Daha önce baştan çıkarıcı olarak üne sahip olan Djandubi, kadınlara karşı kaba davrandı. Beklenmedik bir şekilde pezevenk olarak yeteneğini keşfederek birkaç kızı fuhuş yapmaya ikna etmeyi başardı ve Djandubi onları kelimenin tam anlamıyla terörize etti. Elizabeth Bousquet'in kendisini müşteri yakalamak için sokağa gönderen sevgilisinin taleplerine boyun eğmeyi reddetmesi onu kelimenin tam anlamıyla öfkelendirdi: Ona bağırdı, dövdü... Hapishaneden çıkar çıkmaz, daha sonra gönderildiği yer Bousquet şikayette bulundu, onu tehdit etmeye başladı.

Başsavcı: “Bu, etin içindeki şeytan!”

3-4 Temmuz 1974 gecesi hapisten çıkan Hamid Dzhandoubi, silah zoruyla Elizabeth Bousquet'i kaçırır. Onu evine getirdikten sonra yere atıyor ve önce sopayla, sonra kemerle şiddetli bir şekilde dövüyor. Daha sonra ona tecavüz ediyor, göğüslerini ve cinsel organlarını sigarayla yakıyor: Djandubi, Marsilya'nın suç ortamında çete liderlerinin benzer misillemeler yaptığını gördü. Talihsiz kadının acısı saatlerce sürüyor. Cellat onu öldürmeye karar verir. Üzerine benzin döküyor ve yanan bir kibrit atıyor. İşe yaramıyor. Doldurulmak
Kurbanın hayatına son vermeye kararlı olan adam, kelimenin tam anlamıyla cesedini Lançon-de-Provence'taki sahil evine sürükler. Burada Djandubi, kendisiyle birlikte yaşayan ve fuhuşa zorladığı iki küçük kızın huzurunda kurbanını boğar. Kızların gözlerinde korku var. Cesedin bulunmasından birkaç gün sonra çocuk fahişelerden biri onu polise teslim eder.
Djandubi uzun süre kaçmaz; birkaç ay sonra tutuklanır ve Marsilya hapishanesine kapatılır. Yargıçların yüreklerini yumuşatmak ümidiyle yaptıklarını inkar etmiyor ve tüm gerçekleri itiraf ediyor; hatta suçunun koşullarının yeniden üretilmesine katılmaya bile hazırdır. Polis ayrıca iki reşit olmayan suç ortağını tutukladı ve onları Baumette hapishanesinin kadınlar bölümüne hapsetti. Bu onlar için gerçek bir rahatlama oluyor; intikamdan o kadar korkuyorlar ki! Avukatlardan biri daha sonra şöyle diyecekti: "Onları görür görmez, tamamen depresif yaratıklarla tanışacağımı düşündüm. Mağdurun uğradığı işkenceyi anlatan vakayı okuduktan sonra vicdan azabı çekeceklerini düşündüm. Aslında tamamen farklı görünüyorlardı, rahatlamışlardı çünkü son zamanlarda yaşadıkları cehennemden sonra hapishane onlara gerçek bir cennet gibi görünüyordu! Kasım 1974'te avukat, onların gözaltından salıverilmesini sağlamayı başardı ve Şubat 1977'de tamamen beraat ettiler.

Tüm Fransa, Djandoubi davasını yakından takip ediyor, hatta bazı gazeteler onu Adolf Hitler'e benzetiyor. İdam cezasıyla karşı karşıya kalırken çeşitli örgütler, “ülkeyi utandıran, barbarca ve yararsız bir yöntem olan” idam cezasının kaldırılması için aktif bir şekilde savunuculuk yapmaya başladı. Sanığın avukatlarından biri olan Emile Pollack, Marsilya'nın en iyisi olarak kabul ediliyor ve idam cezasından kaçınmak için her türlü çabayı gösteriyor. Geçmişini araştırıyorlar, hafifletici nedenler arıyorlar ve "nazik, çalışkan, itaatkar ve dürüst" ama bir kaza sonucu hayatı paramparça olan bir çocuğun hikayesini anlatıyorlar. "Bu, etin içindeki şeytan!" - Avukatların sunduğu argümanlardan hiç de ikna olmayan Başsavcı Shovi onlara cevap veriyor. Ancak psikiyatristleri de ikna etmiyorlar: Onlara göre Hamid Dzhandoubi, zekası "ortalamanın üzerinde" olarak değerlendirilse de "toplum için devasa bir tehlike temsil ediyor". Bu uzmanlık kritiktir. Jüri tarafından oybirliğiyle verilen idam cezası kararı alkışlarla karşılandı.

"Fransız adaleti artık kimseyi öldürmeyecek"

Sosyalist cumhurbaşkanı adayı François Mitterrand, 16 Mart 1981'de "Masadaki Kartlar" adlı televizyon programında "ölüm cezasına karşı" sözlerini dile getirmişti: "Bunu doğrudan, fikrimi saklamadan söylüyorum" diyor. Her ne kadar tüm anketler kamuoyu Fransızların giyotinden ayrılmaya hazır olmadığını gösteriyor. Bu, seçim kampanyasında bir dönüm noktasıdır ancak kader Mitterrand'ın tarafındadır. 10 Mart 1981'de cumhurbaşkanı seçildi. Ve 8 Temmuz'da Başbakan Pierre Mauroy idam cezasının kaldırıldığını duyurdu. Olağanüstü oturum için toplanan parlamento, 18 Eylül'de Adalet Bakanı Robert Badinter'in yaptığı ve anında meşhur olan konuşmasının ardından bu karara destek oyu verdi: "Yarın, sizler sayesinde, hepimiz için utanç verici olan bu cinayetler, Fransız hapishanelerinde artık sabahın erken saatlerinde gizlilik altında gerçekleştirilmeyecek. Yarın adaletimizin kanlı sayfası açılacak.”

Sayfa aynı zamanda çevrildi, Hamid Djandoubi'nin ölümcül deliliğinin kurbanı Elisabeth Bousquet'in kanıyla lekelendi; Badinter'in milletvekillerine hatırlatacağı gibi, "tek bacaklı biri", "ne kadar korkunç suçlar işlerse işlesin, her şeyi gösterdi." Akıl hastalığı belirtileri gösteren ve darağacına sürüklenen, protezi çıkartılan kişi. 19 Şubat 2007'de Jacques Chirac'ın başkanlığı sırasında, ölüm cezasının kaldırılması Anayasa'da yer aldı. Parlamentonun temel yasadaki bu değişikliği oylamak için toplandığı Versailles'da 854 parlamenterden 26'sı bu değişikliğe karşı oy kullandı.

Jacques UZMAN, Elise KARLEN

Çeviri: Alexander PARKHOMENKO ve Vladislav KRIVOSHEEV

Fotoğrafta: Dzhandubi'nin gözaltına alınması; Djandubi (oturup) Marsilya'da arkadaşlarıyla birlikte; katilin yaşadığı ev; bir araştırma deneyi sırasında; cumhurbaşkanının Djandubi'yi affetmeyi reddettiğini doğrulayan cumhuriyet savcısından gelen bir mektup.

* Mayıs 1968 olayları - Fransa'da gösteriler, ayaklanmalar ve genel grevle sonuçlanan toplumsal kriz. Çatışmacılar öğrencilerdi. Sonuçta hükümet değişikliğine, Başkan Charles de Gaulle'ün istifasına ve daha geniş anlamda Fransız toplumunda büyük değişikliklere yol açtı.