Modern dünyada, insanların ilgisizliğiyle giderek daha fazla karşı karşıya kalıyoruz. Zaman zaman şöyle düşünen insanlarla karşılaşıyoruz: “Bu beni ilgilendirmiyor…. Bütün insanlar sinirlerimi bozuyor...Genel olarak kimseyi umursamıyorum... Kimseye ihtiyacım yok... vs.
Gençlerin, yaşlıların, şanslı ve şanslı olmayanların, zengin ve fakirlerin hepsinin tek bir sorunu var; hiçbir şeyin kendilerini etkilemesine izin vermiyorlar. Kayıtsızlık toplumu veba gibi sarıyor. Toplumda maddi zenginlik ne kadar hızla artıyorsa, yaşam yorgunluğu da o kadar hızla artıyor. Bu neden olur ve bununla nasıl başa çıkılır, Hayata nasıl EVET denir.
Şu anda Rusya, akıl hastalıklarının sayısında ilk sırada yer alıyor. Giderek daha fazla insan modern dünyaya uyum sağlayamıyor. Giderek daha fazla insan hayatın anlamını kaybediyor. “Her şey bittiyse ve beni başka bir şey beklemiyorsa neden acıya, ıstıraba katlanmam, zorluklarla mücadele etmem gerekiyor?”, “Bu dünyadan bıktıysam bu hayatın nasıl bir anlamı olabilir?” gibi düşünceler giderek daha sık ziyaret ediliyor. Zalimlikleri, açgözlülükleri ve bencillikleri iğrenç olan insanlardan mı?
Bütün bunlar, dört soruda birleştirilebilecek temel motivasyonlar ihlal edildiğinde meydana gelir:
1. Dünyada-Varlık sorunu,
2. Yaşamın değeri sorunu,
3. Kendini haklı çıkarma sorunu,
4. Varoluşun anlamı sorunu.
Dünyada-olmak
Bu dünyada yaşamaya karar vermek tüm varoluşun temelidir. İnsanı harekete geçiren ilk şey burada, bu dünyada olabilme arzusudur. Bu sağlanmazsa, diğer her şey de sağlanmaz. Mütevazı "Ben varım!" - bu her şeyin başlangıcı. “Ben! Hangi yaşam koşulu altında olursa olsun, öyleyim!” Bilmemiz, hissetmemiz, kabul etmemiz gereken hayatımızın temeli budur. "Varlığın temeli" ile bu temas olmadığında hayat korkuyla doludur. Alanınızı alın, alanınızı yaratın, tamamen burada olun, bu dünyada size verilen alanınızı doldurun. Nerede olursanız olun, tam olarak orada olun, hayatla bağlantınız güçlenecektir. Ancak kendi bölgenizi işgal etmiyorsanız, o zaman hayatınızdaki bir kiracının kaderini seçiyorsunuz demektir.
Kendi güçlü ve zayıf yönlerini kabul edemeyen, yaşam koşullarını reddeden insan, giderek başkaları tarafından kabul edilme çabasına girecektir. Onun kendisi için yapamadığını onlar onun için yapmalı: Onu kabul etmeliler. Ancak etraflarındakiler için bu aşırı bir taleptir ve bu tür insanların başkalarından aşırı taleplerde bulundukları algılanır ki bu prensipte mümkün değildir.
Yaşamın değeri için çabalamak
Bu da ikinci temel motivasyondur. Bizim için sadece yaşamak yeterli değil, rahat ve güzel bir hayata ihtiyacımız var. Bu yüzden hayatı yaşamaya değer kılacak olanı ararız. Herkes evinde sevebileceği şeylerin ve insanların olmasını ister. Yaşamın değerini hissetmek için insanın şunu söyleyebilecek başkalarına ihtiyacı vardır: "Var olman ne kadar güzel!" Hayatlarımızı değerli olarak yaşamaya motive oluyoruz ve başkalarının da böyle hissetmesini istiyoruz. İnsanlar arasındaki ilişkiler, onların yaşam alanıyla aynı temel yaşam faktörleridir. Dışarıdan bize duyulan sıcak duygu önemlidir ve hayatımızı ısıtır. Ancak kendi yaşam sevginizi geliştirmek yeterli değildir. Kendimiz “hayata evet” demeliyiz. Hayatın derinliğine ulaşmak, değerini ölçmek insanın en önemli görevidir.
Soru: “Var olmam iyi mi?” - yaşamın temel değerini ifade eder. Eğer hayatı seviyorsam hayata “Evet” diyebilirim, o zaman hem deneyim hem de acılar değerli hale gelecektir.
Kendi hayatına sahip olma hakkına sahipsin
Yaşam alanı ve yaşam değeri olan herkes zaten iyi ve güçlüdür. Ancak hala özel bir kişisel not yok. Kendimize saygı duymaya derin bir ihtiyacımız var. Bu, kendisinin ve başkalarının karşısında kendini haklı hissetme sorumluluğunun ve arzusunun düzeyidir. Kişi kendisi olmak ister, bunun için kim olduğunu ve ne yaptığını savunabilmelidir. Bu yüzden alay edilmek ya da hakarete uğramak canımızı çok acıtır. Kendi olma hakkını koruma arzusu, farklı tezahürleri olan motivasyonel bir güçtür. Tipik, bize başkasının beklentilerini karşılamıyormuşuz gibi göründüğünde kendimizi haklı çıkarma arzumuzdur. Vicdan kavramının da kökü buradan gelir ve tüm ahlaki değerler, adalet ve haysiyet duygusu buradan kaynaklanır.
Başarı arzumuz buradan geliyor. Sonuçta daha fazlasını başarana daha çok saygı duyulur. Durum sembolleri başarının göstergeleridir. Başarılara saygı duymak ve onlara sahip olan insanları onurlandırmak önemli ve gereklidir. Bir kişinin değeri ve onuru onun yararlılığına bağlı hale getirildiğinde bu durum kritik hale gelir. Varolma hakkının başarılarla satın alınması gerektiği hissi oluştuğunda bu durum kritik hale gelir. Bir kişi yalnızca ihtiyaç duyulmaya odaklanarak çalıştığında bu durum kritik hale gelir.
Ancak kişi yaptığı şeyle ilgili içsel bir anlaşmaya varırsa ve yanlış olduğunu düşündüğü şeyi reddedebilirse, o zaman "kendisi olma" arzusu gerçekleşmiş demektir. Davranışlarını da beğenmelidir. “Kendinize evet” deyin ve kendinize sadık kalın, o zaman hayat gerçek olur.
Anlam
İnsanın olgunluğu ve ruh sağlığı, kendisiyle ve dünyayla ilişkisindeki temel motivasyonların doyumunu ne ölçüde deneyimleyebildiğine bağlıdır. Burada olabilmek, değere sahip olmak ve kendi olma hakkına sahip olmak, bu varoluş düzeyleri kişiyi dördüncü temel motivasyona, yani dünyanın anlam çağrısını duymaya hazır ve açık hale getirir. Daha sonra “Ne yapmalıyım?” sorusuna cevap vererek geleceğe yönelik gelişme sağlayabilir. Bu, yaşamın derinden doyuma ulaşması, kişinin değerlerinden tatmin olması deneyimidir. Yaşamla ilgili derin hayal kırıklığını ve anlamsızlık duygusunu ortadan kaldıran şey budur. 
İnsan ihtiyaçlarının çeşitliliği aynı zamanda davranış ve faaliyet güdülerinin çeşitliliğini de belirler, ancak bazı güdüler sıklıkla güncellenir ve insan davranışı üzerinde önemli bir etkiye sahipken, diğerleri yalnızca belirli durumlarda hareket eder. Ana motif türlerini ele alalım.
Kendini onaylamanın nedeni, kendini toplumda kurma arzusudur; özgüven, hırs ve kendini sevme ile ilişkilidir. Kişi, başkalarına değerli olduğunu kanıtlamaya çalışır, toplumda belli bir statü elde etmek için çabalar, saygı duyulmak ve takdir edilmek ister. Bazen kendini onaylama arzusuna prestij motivasyonu (yüksek bir sosyal statü elde etme veya sürdürme arzusu) denir.
Bu nedenle, kendini onaylama arzusu, resmi ve gayri resmi statüsünü artırma, kişiliğinin olumlu değerlendirilmesi, kişiyi yoğun çalışmaya ve gelişmeye teşvik eden önemli bir motivasyon faktörüdür.
Başka biriyle özdeşleşmenin nedeni, bir kahraman, bir idol, otoriter bir figür (baba, öğretmen vb.) olma arzusudur. Bu motivasyon sizi çalışmaya ve gelişmeye teşvik eder. Bu özellikle başkalarının davranışlarını kopyalamaya çalışan gençler için geçerlidir.
Bir idol gibi olma arzusu, kişinin etkisi altında geliştiği ve geliştiği temel bir davranış nedenidir.
Başka bir kişiyle özdeşleşme, idolden (özdeşleşme nesnesi) sembolik olarak enerji “ödünç alınması” nedeniyle bireyin enerji potansiyelinde bir artışa yol açar: güç, ilham ve kahraman gibi çalışma ve hareket etme arzusu (idol, baba, vb.) yaptı. Kahramanla özdeşleşen genç daha cesur hale gelir.
Gençlerin kendilerini tanımlamaya çalışacakları, kopyalamaya çalışacakları, yaşamayı ve çalışmayı öğrenecekleri bir modele, bir idole sahip olmak, etkili bir sosyalleşme sürecinin önemli bir koşuludur.
Gücün nedeni, bireyin insanları etkileme arzusudur. Güç motivasyonu (güç ihtiyacı), insan eyleminin en önemli itici güçlerinden biridir. Bu, bir grupta (kolektif) liderlik pozisyonu alma arzusu, insanları yönlendirme, faaliyetlerini belirleme ve düzenleme girişimidir.
Güç güdüsü, güdüler hiyerarşisinde önemli bir yer tutar. Pek çok insanın (örneğin, çeşitli kademelerdeki yöneticilerin) eylemleri güç güdüsüyle motive edilir. Diğer insanlara hükmetme ve onlara liderlik etme arzusu, onları önemli zorlukların üstesinden gelmeye ve faaliyet sürecinde muazzam çabalar göstermeye teşvik eden bir motivasyondur. Bir kişi, kendini geliştirmek veya bilişsel ihtiyaçlarını karşılamak için değil, bireyler veya ekip üzerinde etki kazanmak için çok çalışır.
Bir yönetici, bir bütün olarak topluma veya bireysel bir takıma fayda sağlama arzusuyla değil, sorumluluk duygusuyla, yani sosyal güdülerle değil, güç güdüsüyle hareket etmeye motive olabilir. Bu durumda tüm eylemleri iktidar kazanmaya veya sürdürmeye yönelik olup, hem davaya hem de başında bulunduğu yapıya tehdit oluşturmaktadır.
Prosedürel-aslı güdüler, dış faktörler tarafından değil, faaliyetin süreci ve içeriği tarafından faaliyete yönelik bir teşviktir. Kişi entelektüel veya fiziksel aktivitesini göstermek için bu aktiviteyi gerçekleştirmeyi sever. Yaptığı işin içeriğiyle ilgileniyor. Diğer sosyal ve kişisel güdülerin (güç, kendini onaylama vb.) eylemi motivasyonu artırabilir, ancak bunlar doğrudan faaliyetin içeriği ve süreciyle ilgili değildir, yalnızca onun dışındadır, bu nedenle bu güdülere genellikle dışsal denir. veya dışsal. Usulsel-maddi güdüler söz konusu olduğunda, kişi belirli bir faaliyetin sürecini ve içeriğini aktif olmayı sever ve teşvik eder.
Örneğin, bir kişi sadece fiziksel ve entelektüel aktivitesini göstermeyi sevdiği için spora gider (spordaki yaratıcılık ve alışılmadık eylemler de başarı için önemli faktörlerdir). Birey, spor faaliyetleriyle ilgisi olmayan faktörlerle (para, kendini onaylama, güç vb.) değil, oyunun süreci ve içeriği doyuma neden olduğunda prosedürel-maddi saiklerle spor yapmaya teşvik edilir.
Usul ve içerik motiflerinin gerçekleştirilmesinde faaliyetin anlamı, faaliyetin kendisinde yatmaktadır (faaliyetin süreci ve içeriği, kişiyi fiziksel ve entelektüel aktivite göstermeye teşvik eden faktördür).
Dışsal (dışsal) güdüler, motive edici faktörlerin faaliyetin dışında yer aldığı bir grup güdüdür. Dışsal güdüler söz konusu olduğunda, faaliyet, faaliyetin içeriği veya süreci tarafından değil, onunla doğrudan ilişkili olmayan faktörler (örneğin, prestij veya maddi faktörler) tarafından teşvik edilmektedir. Bazı aşırı güdü türlerini ele alalım:
* topluma, gruba, bireylere karşı görev ve sorumluluk güdüsü;
* kendi kaderini tayin etme ve kendini geliştirme dürtüleri;
* diğer insanların onayını alma arzusu;
* Yüksek sosyal statü elde etme arzusu (prestijli motivasyon). Faaliyete ilginin yokluğunda (usul-içerik motivasyonu), faaliyetin getirebileceği dış niteliklere yönelik bir arzu vardır - mükemmel notlar, diploma alma, gelecekte şöhret;
* Belalardan ve cezadan kaçınma güdüleri (olumsuz motivasyon), bir faaliyetin yerine getirilmemesi durumunda ortaya çıkabilecek bazı sıkıntı ve rahatsızlıkların farkında olunmasından kaynaklanan motivasyonlardır.
Faaliyet sürecinde dışsal motifler prosedürel-maddi olanlarla desteklenmiyorsa, yani faaliyetin içeriğine ve sürecine olan ilgi, o zaman maksimum etkiyi sağlamayacaklardır. Aşırı motivasyonlar söz konusu olduğunda, çekici olan aktivitenin kendisi değil, sadece onunla ilişkili olan şeydir (örneğin prestij, şöhret, maddi refah) ve bu genellikle aktiviteyi motive etmek için yeterli değildir.
Kendini geliştirmenin nedeni, kendini geliştirme, kendini geliştirme arzusudur. Bu, bireyi çok çalışmaya ve gelişmeye teşvik eden önemli bir motivasyondur. A. Maslow'a göre bu, kişinin yeteneklerini tam olarak gerçekleştirme arzusu ve yeterliliğini hissetme arzusudur.
Kural olarak ilerlemek her zaman belli bir miktar cesaret gerektirir. İnsan çoğu zaman geçmişine, başarılarına, huzuruna, istikrarına tutunur. Risk korkusu ve her şeyi kaybetme tehdidi onu kişisel gelişim yolunda geride tutuyor.
Bu nedenle, bir kişi sıklıkla "ileriye gitme arzusu ile kendini koruma ve güvenlik arzusu arasında kalmış" gibi görünür. Bir yandan yeni bir şey için çabalıyor, diğer yandan tehlike korkusu ve bilinmeyen bir şey, riskten kaçınma arzusu onun ileriye doğru hareketini kısıtlıyor.
A. Maslow, gelişimin, bir sonraki adımın nesnel olarak sıradan ve hatta sıkıcı hale gelen önceki kazanımlardan ve zaferlerden daha fazla neşe, daha fazla iç tatmin getirdiğinde gerçekleştiğini savundu.
Kişisel gelişim ve ilerlemeye sıklıkla kişisel çatışmalar eşlik eder, ancak kişiye karşı şiddet oluşturmaz. İlerlemek, yeni hoş hislerin ve izlenimlerin beklentisi, beklentisidir.
Bir kişinin kendini geliştirme güdüsünü gerçekleştirmek mümkün olduğunda, faaliyet motivasyonunun gücü artar. Yetenekli antrenörler, öğretmenler ve yöneticiler, öğrencilerine (sporcular, astlar) gelişme ve gelişme fırsatını göstererek, kişisel gelişim dürtüsünü nasıl kullanacaklarını bilirler.
Başarının nedeni, yüksek sonuçlara ulaşma arzusu ve faaliyetlerde ustalıktır; zor görevlerin seçiminde ve bunları tamamlama arzusunda kendini gösterir. Herhangi bir faaliyetteki başarı yalnızca yeteneklere, becerilere ve bilgiye değil, aynı zamanda başarma motivasyonuna da bağlıdır. Başarı motivasyonu yüksek olan, anlamlı sonuçlar elde etmek için çabalayan kişi, hedeflerine ulaşmak için ısrarla çalışır.
Başarı motivasyonu (ve yüksek sonuçları hedefleyen davranış) aynı kişi için bile her zaman aynı değildir ve duruma ve faaliyet konusuna bağlıdır. Bazı insanlar matematikte karmaşık problemleri seçerken, diğerleri tam tersine kendilerini kesin bilimlerdeki mütevazı hedeflerle sınırlayarak edebiyatta karmaşık konuları seçerek bu alanda yüksek sonuçlar elde etmeye çalışırlar. Her spesifik aktivitedeki motivasyon seviyesini ne belirler? Bilim adamları dört faktörü tanımlıyor:
1. Başarıya ulaşmanın önemi;
2. başarı umudu;
3. Başarıya ulaşma olasılığının öznel olarak değerlendirilmesi;
4. Başarının öznel standartları.
Prososyal (sosyal açıdan önemli) güdüler, bir faaliyetin sosyal öneminin farkındalığıyla, bir grup veya topluma karşı görev, sorumluluk duygusuyla ilişkili güdülerdir. Toplum yanlısı (toplumsal açıdan önemli) güdüler söz konusu olduğunda, birey kendisini grupla özdeşleştirir. Bir kişi kendisini yalnızca belirli bir sosyal grubun üyesi olarak görmekle kalmaz, onunla özdeşleşmekle kalmaz, aynı zamanda onun sorunları, ilgi alanları ve hedefleriyle de yaşar.
Olumlu sosyal güdülerle eyleme motive olan bir kişi, normatiflik, grup standartlarına bağlılık, grup değerlerinin tanınması ve korunması ve grup hedeflerini gerçekleştirme arzusu ile karakterize edilir. Sorumlu kişiler kural olarak daha aktiftir ve mesleki görevlerini daha sık ve daha bilinçli bir şekilde yerine getirirler. Ortak davanın kendi çalışma ve çabalarına bağlı olduğuna inanırlar.
Bir yöneticinin astları arasındaki kurumsal ruhu güncellemesi oldukça önemlidir, çünkü grupla (şirketle), yani grubun değerleri, ilgi alanları ve hedefleri ile özdeşleşmeden başarıya ulaşmak imkansızdır.
Ülkesini diğerlerinden daha fazla özdeşleştiren, ülkenin sorunları ve çıkarları doğrultusunda yaşayan bir halk figürü (siyasetçi), faaliyetlerinde daha aktif olacak ve devletin refahı için mümkün olan her şeyi yapacaktır.
Bu nedenle, grupla özdeşleşmeyle ilişkili toplum yanlısı güdüler, görev ve sorumluluk duygusu, kişiyi harekete geçmeye motive etmede önemlidir. Bu güdülerin faaliyet konusunda gerçekleşmesi, faaliyetinin sosyal açıdan önemli hedeflere ulaşmasına neden olabilir.
Bağlılığın nedeni (İngiliz üyeliğinden - katılma), diğer insanlarla ilişkiler kurma veya sürdürme arzusu, onlarla iletişim kurma ve iletişim kurma arzusudur. Bağlılığın özü iletişimin asıl değeridir. Katılımcı iletişim, kişiyi tatmin eden, yakalayan ve memnun eden iletişimdir.
Ancak birey, işlerini halletmeye çalıştığı ve gerekli kişilerle yararlı bağlantılar kurmaya çalıştığı için de iletişim kurabilir. Bu durumda iletişim başka güdülerle motive edilir, bireyin diğer ihtiyaçlarını karşılamanın bir aracıdır ve katılım motivasyonuyla hiçbir ortak yanı yoktur.
Bağlı iletişimin amacı, iletişim ortağı tarafında sevgi (veya her durumda sempati) arayışı olabilir.
Olumsuz motivasyon, bir aktivitenin yerine getirilmemesi durumunda yaşanabilecek olası sıkıntıların, rahatsızlıkların ve cezaların farkındalığından kaynaklanan motivasyondur. Örneğin, bir okul çocuğu ebeveynlerinin talepleri ve tehditleri ya da yetersiz not alma korkusu nedeniyle ders çalışmaya motive olabilir. Böyle bir saikin etkisi altında yapılan çalışma, koruyucu eylem niteliğindedir ve zorunludur. Bir öğrenci veya öğrenci kendi başına çalışmayı bırakır, kopyalamaya başlar ve hatta hazır çalışmalar sipariş eder, örneğin burada diplomade.ru.
Negatif motivasyon durumunda kişi, olası sıkıntılardan veya cezalandırılma korkusuyla ve bunlardan kaçınma arzusuyla hareket etmeye teşvik edilir. Şöyle mantık yürütüyor: “Eğer bunu yapmazsam, o zaman bela beni bekliyor.” Olumsuz motivasyonun etkisi altında eylemi yönlendiren şey budur.
Uygulanabilecek ve olumsuz motivasyonu gerçekleştirebilecek olumsuz yaptırımların biçimleri çeşitlidir:
* sözlü (sözlü) ceza (kınama, açıklama vb.);
* maddi yaptırımlar (para cezası, ayrıcalıklardan yoksun bırakma, burslar);
* sosyal izolasyon (ihmal, cehalet, grup tarafından reddedilme, sosyal dışlanma);
* hapis;
*fiziksel ceza.
Negatif yaptırımların ana dezavantajı, etkilerinin kısa süreli olmasıdır: yalnızca etki süresi boyunca faaliyeti teşvik ederler (veya istenmeyen eylemleri caydırırlar).
Olumsuz motivasyonun kişi üzerinde daha güçlü bir etkisi vardır, cezanın kaçınılmazlığına olan güveni o kadar artar.
Bu nedenle, ceza da dahil olmak üzere olumsuz motivasyon, bir kişiyi faaliyete motive edebilen oldukça güçlü bir motivasyon faktörüdür, ancak pek çok dezavantajı ve istenmeyen sonuçları da yoktur.
Mevcut ve potansiyel nedenler
Önde gelen, sürekli güncellenen ve insan faaliyeti üzerinde önemli bir motivasyon etkisi olan motiflere aktif denir. Motivasyon hiyerarşisinin en altında yer alan ve bir kişinin faaliyeti üzerinde çok az etkisi olan ve çoğu zaman hiç görünmeyen güdülere potansiyel denir, çünkü belirli bir zaman diliminde motive edici bir etki yaratmazlar, ancak gerçekleştirilebilirler. belirli koşullar altında.
Belirli faktörlerin etkisi altında, potansiyel güdüler motive edici bir önem kazanır (aktif güdüler haline gelir). Örneğin, bir yönetici ile yapılan bir görüşmeden sonra, bir astın pasif olan (faaliyeti teşvik etmeyen) sosyal güdüsü (sorumluluğu) daha büyük bir motive edici önem kazanır ve aktif hale gelir.
Güdüler hiyerarşisinin dinamizmi
Güdülerin hiyerarşisi kesinlikle istikrarlı bir motivasyon kompleksi değildir; zamanla ve yaşla değişir (koşullara ve insanların etkisine bağlı olarak). Örneğin, bir ast, yöneticinin talepleri ve beladan kaçınma arzusuyla çalışmaya motive olur. Daha sonra bu güdünün faaliyeti üzerinde daha az etkisi olur ve bilişsel güdü öncü bir önem kazanabilir.
Motivasyon alanı oldukça dinamiktir: Bireysel güdülerin anlamı ve etkisi değişir (buna göre güdülerin hiyerarşisi de değişir). Çeşitli faktörler bu hiyerarşiyi değiştirebilir, ancak motivasyon alanının dinamizmine rağmen, her kişi motivasyon hiyerarşisinin göreceli istikrarı ile karakterize edilir. Bizi faaliyete motive eden güdülerin belirli bir süre boyunca değişmeden, nispeten istikrarlı olduğu ileri sürülebilir. Güdüler hiyerarşisinin göreceli istikrarı, genel olarak kişiliğin ve özel olarak güdülerin (ancak durumsal faktörlere de bağlı olan motivasyonun değil) o kadar kolay değişime tabi olmaması gerçeğiyle önceden belirlenir. Ve eğer bir çocuğun motivasyon alanını değiştirmek veya geliştirmek nispeten kolaysa, bunu bir yetişkinle yapmak çok daha zordur.
Bu nedenle, güdülerin hiyerarşisini değiştirebilecek çeşitli faktörlerin etkisine rağmen, bunun nispeten istikrarlı olduğunu düşünmek için neden var.
Faaliyet tek bir motivasyonla değil, birkaç motivasyonla teşvik edilir. Aktiviteyi ne kadar çok güdü belirlerse, genel motivasyon düzeyi de o kadar yüksek olur. Örneğin, bir faaliyet beş güdüyle motive edildiğinde, genel motivasyon düzeyi genellikle bir kişinin faaliyetinin yalnızca iki güdüyle belirlendiği duruma göre daha yüksektir.
Çoğu şey, her bir güdünün itici gücüne bağlıdır. Bazen bir güdünün gücü, birden fazla güdünün etkisine üstün gelir. Ancak çoğu durumda güdüler ne kadar çok gerçekleşirse, motivasyon da o kadar güçlü olur. Ek motivasyonları kullanmayı başarırsanız genel motivasyon düzeyi artar.
Bu nedenle genel motivasyon düzeyi şunlara bağlıdır:
* faaliyeti teşvik eden güdülerin sayısı hakkında;
* durumsal faktörlerin gerçekleşmesinden;
* Bu güdülerin her birinin motive edici gücü hakkında.
Bu kalıba göre, astlarının motivasyonunu artırmak isteyen bir yöneticinin üç şartı yerine getirmesi gerekir:
1. Mümkün olduğunca çok sayıda motivasyonu dahil edin (güncelleyin);
2. Bu güdülerin her birinin motive edici gücünü artırmak;
3. Durumsal motivasyon faktörlerini güncelleyin.
Bu model aynı zamanda motivasyonel öz düzenleme için de geçerlidir. Belirli bir aktivitenin gerçekleştirilmesi gerektiğinde ancak yeterli motivasyon olmadığında, genel motivasyon seviyesini artırabilecek ek motivasyonlar etkinleştirilmeli (dahil edilmelidir).
© Sergey Bobyr
Bizi neyin motive ettiğini hiç merak ettiniz mi? Neden ve neden kalkıp bir yere gidiyoruz, araba kullanıyoruz, bir şeyler yapıyoruz, endişeleniyoruz, endişeleniyoruz vb. Faaliyetimizin arkasındaki itici güç nedir?
Farklı motivasyon düzeyleri vardır; bunları tanımlamanın bir yolu şudur:
- Ağrı– kompleksler, blokajlar, hastalıklar, psikolojik travma vb. Bu, farkına varılması ne kadar tatsız olursa olsun, bu satırları okuyanların çoğunluğu da dahil olmak üzere dünya nüfusunun çoğunluğunun yaşadığı en düşük seviyedir.
- Kişisel irade. Bu, kişinin bilinçli olarak kendisi için bir şey seçtiği ve bunu bilerek yaptığı bir sonraki seviyedir. Aynı zamanda kişinin tercihi kendisi için hem faydalı hem iyi olabilir, hem de zararlı olabilir.
- Bireysel motivasyonlardan yaşam. Burada artık seçimin iradi yönü değil, şehvetli yönü gelişir. Bu yolu izleyen kişi, gerçek arzularını toplumun dayattığı arzulardan ayırmaya başlar ve bunları gerçekleştirmeye başlar. Bireyselliğin, kişinin tüm gerçek arzularının toplamı olduğunu söyleyebiliriz. Aydınlanmış bir insanın 30-40 arzusu olabilir ve bunları yaşar. Sıradan bir insan 100, 200 ve daha fazlasına sahiptir çünkü bunları yaşamamaktadır. Bu motivasyonların kademeli olarak açığa çıkması, daha derin arzuların farkına varılmasına yol açar. Bir kişinin farkındalığı geliştikçe bireysel motivasyonun birkaç aşamasından geçer:
a) kişisel motivasyonlardan yaşam;
b) manevi motivasyonlardan yaşam;
c) manevi motivasyonlardan yaşam.
Her ne kadar bireysel motivasyon farklı düzeylerde yaşansa da kişi büyüdüğünde buna paralel ilerleyebiliyor. Ancak motivasyonun tüm katmanlarının gerçekleştirilmesi gerekiyor. Eğer bir kişi geçmiş yaşamında yüksek bir seviyeye ulaşmış ve manevi sorunları çözmüşse, daha sonra yine de manevi ve kişisel sorunları iyileştirmek zorunda kalacaktır. Ve ancak kişisel motivasyonun tüm katmanları deneyimlendiğinde bir sonraki seviyeye geçmek mümkündür.
- Hayat Allah'ın iradesindendir. Bu, bireysel motivasyonların ve enerjilerin artık Tanrı'nın iradesini duymayı engellemediği mümkün olan en yüksek seviyedir. Kişi Allah'ın dediğini yapar ve artık kendi süptil enerjilerinin bir kısmından bile yaşayamaz. Böyle bir insanın enerjisi, algısı, mutluluğu, bağlılığı çoğumuzun hayal edebileceğinin çok ötesindedir.
Burada farklı ölçeklerde planlar mümkündür. Onlar. böyle bir kişinin şehir, bölge, ülke, cins, tür vb.'ye göre sistemdeki işlevi.
Bu motivasyon sistemi ile geleneksel Hint sistemi arasında paralellikler kurarsak, o zaman (Acı) şunu ifade eder: karma; (Bireysel motivasyonlardan yaşam) – dharma, (Tanrı'nın iradesinden gelen yaşam) - karma ve dharma'nın ötesindedir. Motivasyonun ikinci düzeyi (Kişisel irade) artık karma değil, aynı zamanda henüz dharma da değildir. İnsan kendi iradesiyle kendi doğasına ve karmasına aykırı bir şeyler geliştirebilir. Modern uygarlık için daha evrimsel yolun istemli değil, şehvetli olduğuna inanılmaktadır ve burada "bireysel motivasyonlardan gelen yaşam" olarak tanımlanmaktadır. Üstelik insan bu yolu takip ederse irade de kendiliğinden gelişir. Bazı öğretilerde buna "Zahmetsiz Yol" denir - gerçek motivasyonu bulduğunuzda, size bunu gerçekleştirme gücü verilir. Kişisel irade burada tetikleyici olabilir ancak bu an minimum düzeydedir.
Bir insanı ne motive eder? Sorunun geçmişi.
Bu sorunun cevabını herkes biliyor. Psikologların genel kabul görmüş ifadelerine atıfta bulunarak, bir kişinin iktidara olan susuzluktan, sekse olan susuzluktan ve halkın tanınmasına olan susuzluktan etkilendiğini cevaplayacaktır. Birisi, gelişme arzusuyla yönlendirilmeleri gerektiğini ekleyecektir.
Ve şairi referans alan herhangi bir okuyucu, dünyaya sevginin ve açlığın hakim olduğunu söyleyecektir. Bu ifadeyi açıklayalım. Alman şair Friedrich Schiller'e aittir.
(1759-1805) ve kulağa şöyle geliyor:
"Doğa acımasızdır
İlişkinin kendisini güçlendirir,
Bilgelere güvenmeyin.
Ve böylece dünya genç olsun,
Aşk ve açlık hüküm sürüyor!”
Şiir “Filozoflar” (Çeviri: L. Ginzburg).
Referans için.
32 yaşındayken Schiller tüberküloza yakalandı. Hastalığının bir sonucu olarak, şairin sessizce çalışabildiği birkaç ay veya hafta araları vardı. Schiller'in yaşamının son yılları ciddi, uzun süreli hastalıkların gölgesinde kaldı. Şiddetli bir soğuk algınlığının ardından tüm eski rahatsızlıklar daha da kötüleşti. Şair kronik zatürre hastasıydı. 9 Mayıs 1805'te 45 yaşındayken tüberküloz nedeniyle öldü.
Soru: Kadının aklına neden böyle bir söz gelmedi? Sonuçta, o değilse kim
Koşulsuz anne sevgisi içgüdüsü ve çocuk yetiştirme kaygısı var mı? Ve bir kadının sezgisi daha gelişmiştir. Garip, değil mi?
Ama devam edeceğim. Düşünen bir okuyucu, güdüleri, yani eyleme yönelik teşvikleri listeleyecektir. Hangi amaçla? Her şeyi “raflara” koymak. Sonuçta insan zihni kendisini etrafındaki dünyada tanımlama eğilimindedir, bu nedenle şeyleri ve olguları sınıflandırmaya çalışır. Ve bu kesinlikle onun ana yanılgısıdır. Neden yanlış anlaşılma? Çünkü herhangi bir bakış açısını onaylamışsa, muhafazakarlık gereği, yanlış da olsa onu savunacaktır.
Ancak insan zihninin sınıflandırdığı ana güdü türlerini listeleyeceğim. Bunlar: kendini onaylama güdüsü, özdeşleşme güdüsü, güç güdüsü, usul ve içerik güdüleri, dış güdüler, kendini geliştirme güdüsü, başarı güdüsü ve diğerleri.
Peki bu sınıflandırma doğru mu? Peki nasıl ortaya çıktı?
Sorunun tarihine dönelim. Motivasyon teriminin yazarı Alman filozof Arthur Schopenhauer'e (1788-1860) aittir. Tasavvuf ve Budizm fikirleriyle ilgileniyordu. Çağdaşlarına göre Schopenhauer'in kitapları arasında en büyük sevgiyi Sanskritçe'den Latince'ye çevrilen Upanişadlar yaşadı. Elbette bu eski Hint felsefi incelemelerinden etkilenmişti.
İşte doğrudan bir gösterge. Schopenhauer'e göre “irade sadece insanın değil, aynı zamanda hayvanların ve bitkilerin de doğasında vardır. Sonuçta onları yaşamaya ve gelişmeye zorlayan bir güce sahipler. Bu güç iradedir. Gerçek olan her şey ölümlüdür, geçicidir. Yalnızca irade ölümsüzdür. Bu nedenle gerçek gerçekliktir. Dünyadaki her şey onunla açıklanıyor.”
Referans için.
1823 baharında (37 yaşındayken), Schopenhauer Tirol'den İtalya'dan Münih'e geçiyordu. Burada ciddi bir hastalık geçirdi ve bunun sonucunda tek kulağı neredeyse sağır oldu. Başka bir deyişle hayatının yarısı boyunca ağır hastaydı. Ve hâlâ yalnızdı. Hayata karşı tutumu nasıldı?
Upanişadların ne olduğuna bakalım. Bunlar Shruti kategorisindeki Hinduizm'in kutsal yazılarıdır. Esas olarak felsefeyi, meditasyonu ve Tanrı'nın doğasını tartışıyorlar.
Hinduizm'de shruti metinleri apaurusheya olarak kabul edilir - bir yazarı olmadan Tanrı tarafından vahyedilmiştir. Onlar ebedi aşkın bilgiyi, yani "gerçeğin kozmik seslerinin" bir kaydını temsil ediyorlar. Hindu geleneğine göre bu bilgi, evrenin başlangıcından beri kutsal bilgeler tarafından sözlü olarak aktarılmış ve daha sonra, Kali Yuga'nın şimdiki çağının başlangıcında dört Veda'ya bölünerek kodlanmıştır. Shruti edebiyatı genellikle Vedaların dört bölümüne göre sınıflandırılır.
Hikayenin akışını kaybetmemek için eski Hint edebiyatına dalmayacağım. Ancak bu bağlantı tek başına Schopenhauer'in genel dünya görüşünü anlamak için yeterlidir.
Onun görüşlerinin, insan motivasyonu ve arzusu hakkındaki görüşlerinin birçok ünlü düşünürü etkilediğini belirtmek isterim. Bunlar arasında Friedrich Nietzsche, Richard Wagner, Ludwig Wingenstein, Erwin Schrödinger (Nobel Ödülü sahibi), Albert Einstein (Nobel Ödülü sahibi), Sigmund Freud, Otto Rank, Carl Jung ve diğerleri yer alıyor.
Elbette bu kişilerin hepsi insan psikolojisi alanında dünya otoriteleridir. Ama unutmayalım ki onlar da bizim gibi evrenin aynı dokusundan örülmüş insanlar.
Schopenhauer'in kendisi de yaşlı bir bekardı. İçsel ve ruhsal özgürlüğüne çok değer veriyordu. Sağlığını ön planda tuttu. Yargılarında sertti, son derece hırslı ve şüpheciydi. Ayrıca insanlara karşı aşırı şüphe ve güvensizlikle de ayırt ediliyordu. Çeşitli korkulara maruz kaldı.
Buna göre onun ana eseri olan “İrade ve Temsil Olarak Dünya”da ölüm korkusu motifi bulunmaktadır. Hayat, bu korkuyu bir şekilde giderebilecek anlamdan yoksundur.
Schopenhauer dünyada nesnel bir gerçeğin veya adaletin olmadığına inanıyordu. Mutluluk mutluluk verici bir durum değildir, yalnızca acıdan kurtulmaktır, ancak bu kurtuluşa yeni acılar, can sıkıntısı eşlik eder.
Acı çekmek, yaşamın sürekli bir tezahürüdür; kişi acıdan ancak somut ifadesiyle kurtulabilir. Bu nedenle, dünyaya kökü kazınamaz bir kötülük hakimdir, mutluluk yanıltıcıdır ve acı çekmek kaçınılmazdır, kökleri "yaşama arzusu"ndadır.
Peki Schopenhauer acı çekmeye ilişkin bilgiyi nereden edinmişti? Tabii ki Budizm'den.
İşte onun ana varsayımları. Hayat acıdan ibarettir, acı, tatmin edilmemiş arzulardan kaynaklanır, acıdan kaçınmak için kişinin kendi içindeki arzuları bastırması gerekir. Bu, sekiz katlı yol olarak adlandırılan yöntemle başarılabilir.
Eski Hint yoga filozofu Patanjali (MÖ 2. yüzyıl) bundan bahsediyor. Onun sutralarını okuduk.
"15. (2) Doğrusu, bilgeler için her şey acı çekiyor; sürekli değişime maruz kalmaktan, endişeden, [geçmiş] izlenimlerin izlerinden ve aynı zamanda gunaların çelişkili ortaya çıkışından dolayı.
16. (2) Henüz gerçekleşmemiş olan acı, ortadan kaldırılması gerekendir.”
Ancak Upanişadlarda ve diğer eski Hint eserlerinde yazılanların tanınması, motivasyonla ilgili tek ve tartışılmaz bir ifadenin temeli olamaz! Hindistan'ın ekvator kuşağında yer aldığını ve orada yaşayan insanların Kuzey'de yaşayan insanlardan farklı bir nörohumoral yapıya ve ten rengine sahip olduğunu unutmamalıyız. Buna göre Avrupa topraklarına körü körüne aktarılamayacak farklı bir yaşam ve kültüre sahipler.
Ve bir önemli durum daha. Hindistan'daki mevcut kast sistemini unutmamalıyız. Ve Upanishidler basit köylüler tarafından değil, "saf" türün temsilcileri olan Brahminler tarafından yazılmıştır. Tarihsel olarak rahipler, öğretmenler, keşişler ve bilim adamlarıydılar. Bir başka deyişle egemen sınıfı temsil ediyorlardı.
Bundan ne sonuç çıkıyor? Tek bir şey var; acı çekme doktrini hakim konumunu sürdürmeyi amaçlıyordu.
Ama sonra Schopenhauer "motivasyon" terimini icat etti ve yola çıktık. İnsan, küçük yaşlardan itibaren, uzun zaman önce icat edilen programlara göre, kim bilir nelerin etkisi altında evcilleştirilmeye başlar. Ne Schopenhauer'in zamanında, ne de bugün hiç kimse Upanişadların ruhunu gerçekten aktarabilecektir! (M.Ö. YIII. Yüzyıl)
Ancak bu dünyaya bir kez girdiniz mi, o zaman dünyanın size sunduğu kurallara göre yaşayın. Bir kişiye sürekli olarak yaşamı nasıl kullanacağına dair talimatlar verilir. Toplumun belirli bir sınıfında, belirli kurallara göre yaşayan bir ailede doğar. Daha sonra eğitim aşamalarından geçer. Bu, bazı talimatları incelemekten başka bir şey değil. Belli bir sosyal çevre içerisinde büyümüştür. Ondan hayat derslerini, davranış kurallarını, ahlaki standartları vb. öğrenir. Ve her şeyde de öyle.
Tüm yaşam, bir şeyin veya birinin kullanım talimatlarının sürekli incelenmesidir. Buna göre, bir kişinin talimatları incelemeyi reddedecek zamanı yoktur. Bu onun her zaman belirli şablonlar, klişeler vb. çerçevesinde olduğu anlamına gelir. Ve şablon onun dünya görüşünü daraltır.
Bir kişi ana talimatları - vücudunu çalıştırma talimatlarını - incelemeye zaman ayıramaz. Kendini düşünmesine gerek yok. İnsanın kendisi hakkında düşünmesine izin verilmez. Ana talimatı bize açıklamak için tasarlanmış çok sayıda bilgi dalı vardır. Bu pek mantıklı değil. Herhangi birimizin, bu talimata ilişkin cehaletimizi kınama hakkını birine vermiş olmamız pek olası değildir. Bunun böyle olduğunu, bunun bir gelenek olduğunu söylediklerinde bu pek de adil olmuyor. Bu bilgi üzerinde tekel anlamına gelir. Tekel ise kendi ayrıcalık düzeyinin artmasına neden olur.
İşte bu.
Şu soru ortaya çıkıyor: Schopenhauer'in bununla ne ilgisi var?
Hint dini ve felsefi dünya görüşünü Avrupa'nın kültürel yaşamına tanıttı. Bu dünyada her şey nasıl iç içe geçiyor? Ve bir kişi Aşem'e dua etmeye gittiğinde hangi Aşem'e ibadet eder?
Bir sonuç yerine.
Alman klasik felsefesinin kurucusu Kant'ı (1724-1804) da “Saf Aklın Eleştirisi”yle hatırlayabiliriz. Sıkıcı ve monoton bir hayat yaşadı. Çocukken çok hastaydım ve hayatım boyunca katı bir rejime bağlı kalmak zorunda kaldım. Hiç evlenmemiş, Königsberg'in dışına hiç çıkmamış. En sevdiği ifade “hayat esasen çalışmak için yaşanmaya değer.”
Kant'ın bıraktığı miras, daha sonra tüm dünyayı değiştirecek süreçlerin başlangıç noktası oldu. Onun eleştirel felsefesi doğal bilimsel materyalizmin temelidir. Doğru, yetişkinlikte mekanik bir fikrin yaşam süreçlerini açıklamak için yeterli olmadığı sonucuna vardı. Ancak onun teorisi, tıpkı Schopenhauer'in "motivasyonu" gibi, bağımsız bir yaşam sürmeye başlamıştır bile.
Bir insanı ne motive eder? Bizi belirli bir şekilde davranmaya iten şey nedir? Bize hayatta olduğumuzu hissettiren şey nedir? Bunlar duygulardır, bu bizim özlemlerimizi belirleyen öncü güçtür. Ancak bir insanı neyin motive ettiği sorusu, akıl mı yoksa aşk mı hala cevapsızdır. Modern dünya bireyin kafasını “açmasını” gerektirir. Peki bundan daha önemli olan ne? Bir insanı ileriye taşıyan şey nedir?
Aklın etkisi
İnsanları katılaştıran, duyuları körelten ve insanın arzularla hareket ettiği fikrine meydan okuyan bir teknolojik ilerleme çağında yaşıyoruz. İnsan davranışına yönelik motivasyon teorisi enstitülerde ayrı bir derste öğretilmekte ve bilim topluluğu tarafından incelenmektedir. Ancak bir kişiyi neyin motive ettiği konusunda fikir birliği yoktur. Akıl iki kavramla tanımlanır: korku ve gurur. Bir kişiyi harekete geçmeye teşvik eden ve motive eden bu bileşenlerdir. Hayattaki olaylar, iyi ya da kötü olsun, kişi tarafından gelecekte harekete geçme dürtüsünü engelleyen ya da kışkırtan dürtüler olarak algılanır. Gurur ise önde olma, diğerlerinden daha fazlasını başarma, bir şeye değer olduğunuzu ve diğerlerinden daha yüksek olabileceğinizi kanıtlama arzusu olarak tanımlanabilir. Burada hem başarısızlıklar hem de hayal kırıklıkları, sırf gururunuzu memnun etmek için harekete geçmek için motive edici bir sinyal görevi görebilir. Her toplum bazı kurallara veya temellere uygun olarak işler. Ancak en iyi motivasyon olan gurur, çoğu zaman bizi yerleşik davranış kurallarına aykırı davranmaya zorlar. Bu gibi durumlarda eylemin kendisinin önemli olduğu ortaya çıktı.
Aşk ne anlama geliyor?
Ve eğer akıl rasyonel bir motivasyonsa, o zaman duygular bir birey için mantıksız bir davranış motivasyonudur; bunlar insanı yönlendiren tehlikeli arzulardır. İnsanlar eylemlerini "Ben böyle istiyorum", "Onu çok seviyorum" vb. sözlerle meşrulaştırmayı severler. Bu tür dürtülere teslim olan çoğu kişi düşüncesizce, dürtüsel davranır ve çoğu zaman sonuçları düşünmeye bile çalışmaz, anlık duygulara yenik düşer. Küçük sevinçlerinizi tatmin ederken veya belirli bir durumda istediğiniz gibi davranırken, bir bireyin eylemlerinin kesinlikle mantığın ötesinde olduğu ve başkaları için bu tür eylemlerin tamamen açıklanamaz olabileceği gerçeğiyle sık sık karşılaşabilirsiniz. Bu, yaşamın herhangi bir alanını etkileyebilir: seyahat, ortak seçimi, hobiler, meslekler vb. Tüm hayatınız boyunca mimarlık okuyabilir, sonra her şeyi bırakıp sırf uzun zamandır bunun hayalini kurduğunuz için bir restorana gidip şarkı söyleyebilirsiniz. Kimse anlamayacak ama biz istiyoruz, beğeniyoruz vb. Birçok insan insanı harekete geçiren şeyin sevgi olduğuna inanır.
Sonuç nedir?
Her iki kriterin de her insanın hayatında önemli bir yer tuttuğu ortaya çıktı. Hem sevgi hem de akıl sayesinde insan tüm yaşamını dengeleyebilir. Çoğu zaman bir kişi bir fikir tarafından yönlendirilir. Bilim insanları, insanın gerçek hazzı ve “akış” hissini öncelikle sevdiği şeyi, sevdiği şeyi akıl ve mantığa göre yaparak elde ettiğini uzun zamandır kanıtladılar. "Duygular üzerinde" gerçekleştirdiğimiz eylemler, kabul edilen normlara, temellere ve mantığa aykırı olarak yerine getirmeye çalıştığımız açıklanamaz arzuları bize dikte eder.
Mantık mı yoksa aşk mı?
Tek bir kişi bile hayatı boyunca sadece zihninin kendisine dikte ettiğine göre gönüllü olarak hareket etmeyecektir. Bazıları için ise yürekten gelen duygulara ve sevgiye ihanet etmek suça benzer ve ancak dışarıdan gelen şiddetin etkisi altında mümkündür. Bir örnek, ebeveynlerin ısrarı ile sevgi olmadan yapılan evliliktir. Hem eski düşünürler hem de modern filozoflar, mantığın hiçbir zaman duyguları ve sevgiyi yenemeyeceği görüşüne bağlı kalıyorlar. Ve burada fiziksel çekimlerden değil, kalpten gelen en samimi derin sevgiden bahsediyoruz. İnsanın hayatında her türlü düşünceyi meşgul eden, insanı içten parçalayan, uğrunda dağları yerinden oynatacak sevgi varken aklın ve motivasyonun hiçbir anlamı kalmaz. Düşünceler gece gündüz dinlenmediğinde nasıl bir zihinden bahsedebiliriz? Tüm zamanların ve halkların filozofları bu soruyla ilgilenmişlerdir. En önemli teorilere bakalım.
Platon ne hakkında yazdı?
Platon'a göre yalnızca belirli bir bireyin gelişiminin değil, aynı zamanda bir bütün olarak toplumun da itici gücü bilgi, araştırma ve hakikat arzusuydu. Gerçek zevk duyguları takip etmek değildir, tüm eylemleri yalnızca bilgelik belirler ve yalnızca bilgelik sayesinde gerçek haz elde edilebilir. Platon, sevincin gücüne, bilginin sevincinden başka bir alternatif olmadığını yazmıştır. Platon'un aklı, ahlaki görevi ve topluma hizmeti duygu ve duygulara tercih ettiği sonucuna varabiliriz.
Freud'un teorisi
Sigmund Freud farklı bir bakış açısına sahipti; insanı harekete geçiren gücün, insanların cinsel arzularından başka bir şey olmadığına inanıyordu. Ve bu motivasyon gücü, insanı doğumdan ölüme kadar bırakmaz. En azından yarısı gerçekleşmeyen cinsel arzular saldırgan davranışlara yol açar. Freud'a göre insanı motive eden şey nedir? Çoğu insanın yalnızca "temel" içgüdülerine göre hareket ettiğine ve eylemlerinin ne akla ne de mantığa bağlı olmadığına inanıyordu. Freud, kişinin cinsel yaşamına büyük önem veriyordu ve onu her şeyin temeli olarak görüyordu.
Filozofun teorisinin bugüne kadar takipçileri, etraflarındaki herkesi cinsel yaşamlarına dikkat etmeye teşvik ediyor, çünkü bu sayede saldırganlık belirtilerinden, nevrozlardan, sağlık sorunlarından ve hatta insanlarla iletişimde sorunlardan kaçınabiliyorlar. Ancak bu teori uzun süredir şüphelerin gölgesinde kaldı çünkü uzun yıllardır yapılan gözlemler bize libidonun nihai gerçek olmadığını gösteriyor. Sigmund Freud'un teorisi, öncü içgüdü ve motivasyon gücünün libido içgüdüsü olduğu yönündeydi. Teori bugün hala popüler. Örneğin birçok psikoterapist, örneğin eşlerin davranışlarındaki sorunları tespit etmek için Freud'un teorisine dayanarak kendi tekniklerini geliştirir. Onlara doğru "teşhis" koymak için psikoterapist, evliliğin ancak eşlerin cinsel yaşamının yeniden sağlanmasıyla kurtarılabileceğine inanarak, önce özel yaşamları hakkında sorular sorar. Çoğu durumda bu tür teknikler işe yarar. Ancak herkes buna katılmıyor. Özellikle ünlü Avustralyalı psikoterapist Alfred Langley. Ve bir insanı neyin motive ettiği sorulduğunda Langle, her şeyden önce bunların duyular ve hisler olduğunu söyledi.
Olumsuzluktan motivasyon
Çoğu zaman bir kişi içgüdüler, yani olumsuz durumlar, çeşitli sıkıntılar, rahatsızlıklar, onları harekete geçmeye zorlayacak kadar motive etmeyen zorluklar tarafından yönlendirilir. Herkesin bildiği en basit örnek, çocukların yarım kalan ödevler veya kötü davranışlar nedeniyle okuldan kötü not alma korkusudur. Burada sadece kötü not alma korkusu işe yaramıyor, aynı zamanda öğretmenlerin kınaması, ebeveyn kontrolü korkusu ve ardından gelen cezalar da işe yarıyor. Ancak olumsuz motivasyon çoğunlukla kısa vadelidir ve uzun süre devam etmesi amaçlanmaz. Örneğin okul çocukları için bu motivasyon tam olarak cezanın iptal edildiği anda sona ermektedir. Eyleme geçme teşviki anında ortadan kalkar. Olumsuz motivasyona şu faktörler neden olur: sözlü, maddi veya fiziksel ceza, özgürlük kısıtlamaları veya sosyal nitelikteki diğer yoksunluklar. Yaşla birlikte kişinin olumsuz motivasyona karşı direnci de artarken, doğrudan ebeveynlerine veya diğer insanlara bağımlı olan çocuklar ve ergenler için olumsuzluğa karşı hoşgörülü bir tutum oldukça zordur.
Kendinizi geliştirme konusunda sizi motive eden şey nedir?
Bir kişiyi faaliyetlerine hangi güçler yönlendirir? Bizi kendimize bakmaya ve gelişmeye motive eden ilk ve en önemli şey, her insanın doğasında bir dereceye kadar var olan, hayatta kendimizi gerçekleştirme arzusudur. Burada bir kişinin sürekli çalışması, yeni bir şeyler öğrenmesi gerektiğinden bahsediyoruz. Bazı insanlar hayatları boyunca kurslara katılıyor, becerilerini geliştiriyor, yeni bir şeyler öğreniyor. Maslow'un teorisine inanıyorsanız, o zaman en iyi motivasyon kaynağı, mesleki konulardaki yetkinliğinizi kendinize ve başkalarına kanıtlamanın yanı sıra yaşamın belirli alanlarında tam olarak kendini gerçekleştirmeye yönelik tutkulu bir arzudur. Bilim adamı, ana motive edici gücün yeni bir şey öğrenmeye yönelik hareket olduğuna inanıyordu.
Aynı zamanda belirsizlik korkusu da bu motivasyonu engelleyebilir. Bir kişinin en büyük neşesi, tercihen olumlu bir sonuçla elde ettiği yeni başarılarından gelir. Başarısızlıklara, hatalara, eleştirilere gelince, aktif motivasyon burada engellenir ve bu da kişinin gelecekteki faaliyetlerini etkileyebilir. Diğer başarılı ve yetenekli insanların örneği de eylemi teşvik eder ve bu, kişinin başarılarından duyduğu içsel tatminle bile karşılaştırılabilir. Bunun nedeni yalnızca hedeflere ulaşma, şöhret değil, aynı zamanda diğer insanlardan tanınmadır. Özellikle bir dizi başarılı sonuçtan sonra, yalnızca yeni zaferlerin beklentisi, kişiyi imkansız şeyleri yapmaya motive eder.
Motivasyonun Temelleri
Bu teori, belirli faaliyetlerle doğrudan ilgili olan faktörlerle ilgili değildir. Yürütme sürecini değil, dış içeriği etkileyen motivasyon olarak tanımlanırlar. Bu, diğer insanlara karşı sorumluluk duygusunu da içerebilir ve onların akraba, meslektaş veya başka biri olması hiç önemli değildir. Başkalarından tanınma ve onay alma isteğinden de bahsetmemek mümkün değil. Kendini geliştirmenin, belirli bir statü ve sosyal konum kazanma motivasyonunun olmadığı hiçbir yerde. Ve en sıradan sebep bile, hoş olmayan sonuçlardan kaçınma arzusu ve kişinin kendi eylemleri ve eylemleri nedeniyle olumsuz bir sonuç alma korkusudur.
Dışsal motivasyon
Dış motivasyona gelince, etkinliğin içeriğinden bahsetmiyoruz, bu faktör herhangi bir ilgi uyandırmıyor. Her şeyden önce bu dış çekiciliktir; burada maddi zenginlik, tanınma, sosyal statü vb. Dışsal motivasyonda faaliyetlerin, davranışların ve eylemlerin diğer insanlar tarafından değerlendirilmesinin büyük önem taşıdığı ortaya çıktı. Bu durumda kişinin kendi faaliyetlerinin diğer faaliyetler arasında ağırlık taşıdığını duyması ve fark etmesi çok önemlidir. Şöhret ve tanınma herkesin arzuladığı şeydir.
Sonuç nedir?
Etkili aktivite ancak aynı anda birkaç motivasyon unsuruna dayanması durumunda mümkündür. Bir insanı ne kadar çok güdü yönlendirirse, faaliyetleri o kadar etkili olacaktır. Bu nedenle, kişisel gelişim arzumuz, listelenen teorilerin her birini değişen miktarlarda içerir.
