Hans Eysenck (Eysenck H.J., 1916 doğumlu). Ünlü psikolog ve psikoterapist. Berlin'de doğdu ve eğitim gördü, ancak Hitler rejimine karşı muhalefet nedeniyle siyasi nedenlerden dolayı Almanya'yı terk etti. Dijon (Fransa) ve Exeter'de (İngiltere) okudu ve 1935'te Londra Üniversitesi Psikoloji Fakültesi'ne girdi. Yeni kurulan enstitüde, Royal Model ve Bettleham Hastanelerindeki bir üniversite profesörü ile bir psikoloğun çalışmalarını birleştirerek psikoloji bölümünü organize etti. Ana hedeflerinden biri klinik psikolojiyi bağımsız bir disipline ayırmaktı. Kurduğu bölüm, yeni geliştirilen davranışsal psikoterapi yöntemlerini kullanarak tıbbi psikologları eğitmeye başlayan ilk bölüm oldu.

Hans Eysenck'in ana araştırması kişilik teorisi, zeka araştırmaları, sosyal tutumlar, davranışçı genetik ve davranışsal psikoterapi alanlarında yatmaktadır. Psikolojiye doğa bilimleri açısından baktı ve hümanist, psikodinamik ve diğer öznel yaklaşımlara düşmandı. A. psikolojik, biyolojik, genetik ve diğer bilimsel dergilerde 600'e yakın makalenin yanı sıra 30'a yakın kitap yayınladı. Otobiyografisi ayrı bir kitap olarak yayınlandı.

Hans Eysenck'in insana bakışı, düşüncelerinin ve araştırmalarının yönünü belirledi. İnsanı, eylemleri biyolojik (genetik, fizyolojik, endokrin) ve sosyal (tarihsel, ekonomik, sosyal) faktörler tarafından eşit şekilde belirlenen biyososyal bir organizma olarak görüyordu. Biyolojik veya sosyal faktörlere odaklanan tek taraflı bir yaklaşımın bilimin gelişimini engellediğine inanıyordu. A. insanın, milyonlarca yıl önceki ilk yaşam formlarından miras aldığı özellikleri hâlâ koruyan, evrimin bir ürünü olduğu konusunda ısrar etti. Bu bakış açısı, sosyal faktörlerin rolünü vurgulama eğiliminde olan, toplumu inceleyen bilim adamları arasında her zaman popüler değildi, ancak Hans Eysenck, bunun insanı doğru anlamak için tek doğru bakış açısı olduğunu düşünüyordu.

Nöropsikotik ve psikosomatik bozukluklar, A. tarafından belirli kişisel özelliklerin (yatkınlıklar) ve stresli dış etkilerin ve koşulların etkileşiminin bir sonucu olarak değerlendirildi. Nevrotiklik, olumsuz çevresel etkiler altında zihinsel bozukluklara yol açan temel bir kişisel faktör olarak hareket eder. Eysenck testi anketi, kişilik özelliklerini incelemek için yaygın olarak bilinmektedir. Eysenck temel olarak iki kişilik parametresini öne sürdü: “dışa dönüklük-içe dönüklük” ve “nevrotiklik-duygusal istikrar.” Ampirik olarak iki tür nevrotik bozukluk tanımladı: asabi mizaçlı kişilerin (kararsız dışa dönükler) özelliği olan histerik nevroz ve melankolik kişilerde (kararsız içedönükler) obsesif-kompulsif nevroz. Davranışlarında dışadönükler kendilerini heyecanlı ve hareketli olarak gösterirken, içedönükler kendilerini çekingen ve hareketsiz olarak gösterirler. Kararsızlık, uyarılma ve engelleme süreçlerindeki dengesizliğin sonucudur. Test anketinin üç ölçeği vardır; bunlardan ikisi kişiliğin iki ana parametresine karşılık gelir, üçüncüsü ise yalan kontrol ölçeğidir.

Psikoterapi alanında Eysenck aynı zamanda davranışsal psikoterapinin de kurucularındandır. Eysenck'in bakış açısına göre kişinin davranış ve duygularını olumlu yönde değiştirmeyi amaçlayan davranışsal psikoterapinin teorik temeli ve pratik temeli, modern öğrenme teorileri ve bunların temel yasalarıdır.

33. G. Eysenck. Kişilik türleri (özellikler). Bay Yu'nun Teorisi.

Eysenck, psikolojinin amacının davranışı tahmin etmek olduğu konusunda Cattell ile aynı fikirdedir. Ayrıca Cattell'in kişiliğin bütünsel bir resmini yakalamanın bir yolu olarak faktör analizine olan bağlılığını da paylaşıyor. Ancak Eysenck faktör analizini Cattell'den biraz farklı kullanıyor. Eysenck'e göre bir araştırma stratejisi, araştırmacının ilgisini çeken bazı temel özellikler hakkında sağlam temellere dayanan bir hipotezle başlamalı ve bunu, o özelliğin karakteristik özelliği olan her şeyin doğru bir ölçümü takip etmelidir. Buna karşılık Cattell, kişiliğin temel kurucu unsurlarının bir dizi testin uygulanması ve ardından verilerin işlenmesi yoluyla belirlendiğini belirtir. Dolayısıyla Eysenck'in yaklaşımı teorik çerçeveye Cattell'inkinden daha sıkı bağlıdır. Cattell'den farklı olarak Eysenck, çoğu insan davranışını açıklamak için üçten fazla süper özelliğin (tip adını verdiği) gerekli olmadığına da inanıyordu. Hatırlayacağınız gibi Cattell, kişilik yapısını oluşturan en az 16 özellik veya faktörü listeliyor. Ve son olarak Eysenck, bireyin gelişiminde genetik faktörlere çok daha fazla önem veriyor. Bu hiç bir anlama gelmiyor

Eysenck'in teorisinin özü, kişilik unsurlarının hiyerarşik olarak düzenlenebilmesidir. Diyagramında (Şekil 6-4), davranış üzerinde güçlü bir etkiye sahip olan dışadönüklük gibi belirli süper özellikler veya türler vardır. Buna karşılık, bu süper özelliklerin her birinin çeşitli bileşen özelliklerinden oluştuğunu düşünüyor. Bu bileşik özellikler ya altta yatan türün yüzeysel yansımaları ya da o türün doğasında bulunan belirli niteliklerdir. Son olarak, özellikler birden fazla alışılmış tepkiden oluşur ve bunlar da birden fazla spesifik tepkiden oluşur. Örneğin, belirli bir tepki gösterdiği gözlemlenen bir kişiyi düşünün: başka biriyle karşılaştığında gülümser ve elini uzatır. Birisiyle her karşılaştığında bunu yaptığını görürsek, bu davranışın başka birini selamlarken verdiği alışılmış bir tepki olduğunu varsayabiliriz. Bu alışılmış tepki, diğer insanlarla konuşma eğilimi, partilere gitme vb. gibi diğer alışılmış tepkilerle ilişkilendirilebilir. Bu alışılmış tepkiler grubu, sosyalliğin özelliğini oluşturur. Şekil 2'de gösterildiği gibi. Şekil 6-4'te, özellik düzeyinde sosyallik, aktif, canlı ve kendine güvenen davranışlar açısından yanıt verme eğilimiyle ilişkilidir. Toplu olarak bu özellikler, Eysenck'in dışadönüklük olarak adlandırdığı bir süper özelliği veya türü oluşturur.

Temel kişilik türleri

Eysenck, insanlar hakkında veri toplamak için çeşitli yöntemler kullandı: kendini gözlemleme, uzman değerlendirmeleri, biyografik bilgilerin analizi, fiziksel ve fizyolojik parametreler ve objektif psikolojik testler. Elde edilen veriler kişilik yapısının belirlenmesi amacıyla faktör analizine tabi tutulmuştur. Eysenck ilk araştırmalarında iki ana türü tanımladı ve bunları içe dönüklük – dışa dönüklük Ve nevrotiklik - istikrar. Kişiliğin bu iki boyutu diktir, yani istatistiksel olarak birbirlerinden bağımsızdırlar. Buna göre, insanlar dört gruba ayrılabilir; bunların her biri, bir tür aralığındaki yüksek veya düşük puan ile diğer tür aralığındaki yüksek veya düşük puanın bir kombinasyonunu temsil eder. Tabloda gösterildiği gibi. Şekil 6-4'te her tip, isimleri kişilik özelliklerinin tanımlarına benzeyen özelliklerle ilişkilidir. Bu dört grubun doğasını göz önünde bulundururken iki noktayı akılda tutmak gerekir. İlk olarak, her iki tip aralığı da normal olarak dağıtılır ve süreklidir ve bu nedenle geniş bir yelpazedeki bireysel farklılıklara izin verir. İkincisi, her türle ilişkili özelliklerin tanımları uç durumları temsil etmektedir. Çoğu insan her iki tür aralığında da orta noktaya daha yakın olma eğilimindedir ve bu nedenle tablodakiler kadar aşırı olmayan özelliklere sahip olurlar. 6-4.

Savunmasız, huzursuz, agresif, heyecanlı, kararsız, dürtüsel, iyimser, aktif

Tablodan da anlaşılacağı üzere. 6-4, hem içe dönük hem de istikrarlı insanlar kurallara ve düzenlemelere bağlı kalma, şefkatli ve düşünceli olma eğilimindedir. Tersine, içe dönüklük ve nevrotikliğin birleşimi, bireyin daha kaygılı, karamsar ve içine kapanık davranışlar sergileme eğilimini ortaya koymaktadır. Dışa dönüklük ve istikrarın birleşimi, davranışa şefkat, uyumluluk ve sosyallik gibi nitelikleri getirir. Son olarak, dışadönük ve yüksek nevrotikliğe sahip kişilerin saldırgan, dürtüsel ve heyecanlı olmaları muhtemeldir. Eysenck'in bireysel farklılıklara özel bir önem verdiğini belirtmek gerekir. Dolayısıyla bu kişiliklerin herhangi bir kombinasyonu diğerlerinden daha fazla tercih edilemez. Kaygısız ve girişken davranış biçiminin hem iyi hem de olumsuz yönleri vardır; aynı şey sessiz ve çekingen bir tavır için de söylenebilir. Onlar sadece farklılar. Kısa bir süre önce Eysenck üçüncü tip kişilik boyutunu tanımladı ve teorisine dahil etti.. Bu süper özelliği yüksek düzeyde ifade eden insanlar benmerkezcidir, dürtüseldir, başkalarına karşı kayıtsızdır ve sosyal ilkelere direnme eğilimindedir. Çoğu zaman huzursuzdurlar, insanlarla iletişim kurmakta zorluk çekerler ve onların anlayışını kabul etmezler, kasıtlı olarak başkalarına sorun çıkarırlar. Eysenck, psikotikliğin psikotik veya psikopatik bir kişiliğe dönüşmeye yönelik genetik bir yatkınlık olduğunu öne sürdü. Psikotizmi, tüm insanların yerleştirilebileceği bir kişilik sürekliliği olarak görüyor.

Eysenck, hiyerarşik kişilik modelinin altında yatan üç ana süper özelliği değerlendirmek için çeşitli anketler geliştirdi. Eysenck Kişilik Anketi ve onu kullanarak yürütülen, içedönükler ve dışadönükler arasındaki davranış farkını gösteren bir çalışma anlatıldı.

Eysenck dört seviyeli hiyerarşik bir davranış organizasyonu geliştirdi.

Alt seviye– belirli eylemler veya düşünceler, bireysel bir davranış biçimi. Bazen kişilik özellikleri olabilirler. Her şey aşinalık derecesine bağlıdır.

İkinci seviye - alışılmış eylemler veya düşünceler. Bunlar belirli koşullar altında tekrarlanan reaksiyonlardır. Bu tür reaksiyonlar düzenli olarak ortaya çıkar. Spesifik reaksiyonların faktör analizi kullanılarak tanımlanırlar.

Üçüncü seviye – karakter. Bu önemli bir kalıcı kişisel özelliktir. Birbiriyle ilişkili birkaç alışılmış reaksiyondan oluşur. Özellik düzeyindeki davranış özellikleri, alışılmış tepkilerin faktör analizi kullanılarak elde edilir. Cattell'in 35 normal ve anormal alışılmış temel faktörünün çoğu üçüncü seviyeye aittir.

Dördüncü seviye– davranışın en üst düzeyde organizasyonu – tür düzeyi veya süper faktörler. Bir tür birbirine bağlı birçok özellikten oluşur.

Normal kişilik yapısının parçaları olarak aşağıdaki türler ayırt edilir: dışadönüklük, içe dönüklük, nevrotiklik ve psikotizm. Her üç tip de bipolardır:

Dışa dönüklük - içe dönüklük,

nevrotiklik - istikrar,

psikotizm güçlü bir “Süperego”dur.

Bipolarite çoğu insanın tek bir kutba ait olduğu anlamına gelmez.

Her bir faktörün varlığına dair kesin psikometrik kanıtlar bulunmaktadır (bunu diğer araştırmacılar da elde etmiştir - Cattell)

Her faktörün katı bir biyolojik temeli vardır (içedönüklerde serebral korteksin uyarılma düzeyi daha yüksektir, nevrotikliği yüksek olan kişilerde limbik sinir sisteminin aktivitesi daha yüksektir, nörotizmi yüksek olan kişilerde testosteron düzeyi daha yüksektir). yüksek düzeyde psikotizm.)

Her üç tip de anlamlıdır ve davranışı etkiler (Jung ve Freud'un açıklamaları).

Her üç tür de pratik konularla ilgilidir: uyuşturucu, seks, suç, yaratıcılık, kanser.

Kişiliği incelerken Eysenck ayrıca değerlendirme yöntemlerini, anketleri, durumsal testleri, fizyolojik ölçümleri kullandı ve ayrıca kalıtımın rolünü de hesaba kattı.

Eysenck'in faktör analizi alanına önemli katkısı, belirli kriter özellik gruplarının maksimum düzeyde tanımlanmasını mümkün kılan kriter analizi tekniklerinin geliştirilmesiydi. Örneğin, nevrotiklik düzeyine göre koşulluluğu ayırt edin.

Eysenck'in eşit derecede önemli bir kavramsal konumu, kalıtsal faktörün, otonom sinir sisteminin reaktivite parametrelerinde, koşullu reaksiyonların hızı ve gücünde, yani genotipik ve fenotipik göstergelerde insanlar arasındaki farklılıkları temel olarak belirlediği fikridir. nevrotiklik, psikotizm ve dışa dönüklük - içe dönüklük belirtilerindeki bireysel farklılıklar.

Tepkisel bir birey, uygun koşullar altında nevrotik bozuklukların ortaya çıkmasına yatkındır ve kolaylıkla koşullu tepkiler oluşturabilen bireyler, davranışlarında içe dönüklük sergilerler. Koşullu tepkiler oluşturma ve özerk tepki verme yeteneği yetersiz olan kişiler, diğerlerine göre korkulara, fobilere, takıntılara ve diğer nevrotik semptomlara daha yatkındır. Genel olarak nevrotik davranış, korku ve kaygı tepkilerine dayanan öğrenmenin sonucudur.

Hans Jürgen Eysenck (Almanca: Hans Jürgen Eysenck, 4 Mart 1916, Berlin - 4 Eylül 1997, Londra) - İngiliz bilim adamı-psikolog, psikolojide biyolojik yönün liderlerinden biri, faktör kişilik teorisinin yaratıcısı, yazar popüler bir zeka testi.

Sessiz sinema oyuncuları Eduard Eysenck ve Helga Molander'in oğlu. Eysenck, gençliğinde astrolojiyle ilgileniyordu ve hatta Nazi Partisi liderlerine burçlar gönderiyordu. Nazilerin iktidara gelmesinden kısa süre sonra İngiltere'ye göç etti. Fizik Fakültesine girmeyi planladı, ancak oraya kabul koşullarının Almanya'dakinden farklı olduğu ortaya çıktı ve sonuç olarak psikolojiyi seçti.

Londra Üniversitesi'nde eğitim gördü (Felsefe ve Sosyoloji Doktoru). 1939'dan 1945'e kadar Mill Hill Acil Hastanesi'nde deneysel psikolog olarak çalıştı. 1946'dan 1955'e kadar - Maudsley ve Bethlem Hastanelerindeki Psikiyatri Enstitüsü'nde kurduğu psikoloji bölümünün başkanı. 1955'ten 1983'e kadar Londra Üniversitesi Psikoloji Enstitüsü'nde profesör olarak çalıştı. 1983'ten beri - Onursal Psikoloji Profesörü.

Eysenck, Kişilik ve Bireysel Farklılıklar ile Davranış Araştırması ve Terapisi dergilerini kurdu ve editörlüğünü yaptı.

Eysenck'in bazı çalışmaları "şok edici" olarak algılandı; Nazi Almanyası için oldukça normal olan temaları Avrupa'da kabul edilemez görünüyordu. Özellikle farklı ırkların temsilcileri arasındaki psikolojik farklılıkları inceledi. Amerikalı toptan ve perakende kitapçılar, Eysenck'in The IQ Argument (1971) adlı kitabını şiddet ve kundakçılık tehdidi nedeniyle dağıtmayı reddetti ve bu da kitabın 1970'lerin başında Amerika Birleşik Devletleri'nde satın alınmasını imkansız hale getirdi. O yıllarda Amerikan gazeteleri bu konuyla ilgili incelemeleri yayınlamayı reddetti.

Kitaplar (9)

Sigmund Freud. Psikanalizin gerilemesi ve sonu

Almanca baskının kısaltılmış çevirisi: Hans Jürgen Eysenck, Sigmund Freud: Niedergang und Ende der Psychoanalyse. List Verlag, Münih, 1985.

(Freud'un eserlerinden alıntılar çoğunlukla yeniden çevrilmemiş, ancak internette yayınlanan çevirilerden alınmıştır.)

İngilizce orijinali: Freud İmparatorluğunun Gerileyişi ve Çöküşü, Viking Penguin, Londra, 1985.

İngilizceden Almancaya Horst Dieter Rosacker tarafından çevrilmiştir.

Almancadan Rusçaya çeviri: Vitaly Kryukov, Kiev, 2016.

Zeka: yeni bir görünüm

Zeka, tıpkı yerçekimi, eter, elektrik, kimyasal bağlar gibi bilimsel bir kavramdır; bunların hepsi bu anlamda "var değildir", ancak bu, onları bilimsel kavramlar olarak daha az değerli kılmaz.

Kavramlar, gündelik olayların renkli ve gürültülü karmaşasına düzen getirmek amacıyla insan tarafından icat edilmiştir; içerikleri genel kabul görmüş anlamda "var değildir" - psikolojik "zeka" kavramı bu bakımdan fizik kavramlarından farklı değildir.

İnsan ruhunun incelenmesi

Hayatımızın kritik anlarında neden bu şekilde davranırız, neden bazen güçlü duygular yaşarız, bazen de benzer bir durumda olup bitenlerin yalnızca dışarıdan gözlemcisi oluruz? Bizi bu şekilde hissettiren ve böyle davranan insan ruhunun gizemi nedir?
Dünyaca ünlü psikologlar Hans Eysenck ve Michael Eysenck bu zor soruları yanıtlamaya çalıştı. Ayrıca IQ'nuzu nasıl artıracağınızı, hafızanızı nasıl genişleteceğinizi, hayvanların sahip olduğu bilgiden nasıl yararlanacağınızı, "mutluluk faktörünün" ne olduğunu, sevgi ve şefkatin gücünü nasıl "ölçeceğinizi" öğreneceksiniz.

Yeni IQ testleri

Çoğu insan kişiliğinin, mizacının, zekasının, karakter özelliklerinin ve yeteneklerinin gerçek yeteneklerine yoğun bir ilgi duyar. Dünyaca ünlü bir psikolog ve zeka alanında uzman olan Hans Eysenck, yeterli doğrulukla IQ'nuzun kapsamlı bir değerlendirmesini yapmanıza olanak tanıyan yeni özel testler geliştirdi.

Mesleki uygunluğun değerlendirilmesinde, başvuru sahiplerinin seçiminde ve günlük yaşamda kullanılabilirler. Kitapta ayrıca, olağanüstü entelektüel yeteneklere sahip olduğunu tam olarak doğrulamış ancak bununla yetinmeyenler için uzun kış akşamlarını neşelendirecek “entelektüeller için ısınma” alt başlıklı testler de yer alıyor. Öyleyse devam edin, her testi çözmek için otuz dakikanız var!

Psikolojinin paradoksları

Hans Jurgen Eysenck, yalnızca büyük bir bilim adamı olarak değil, aynı zamanda psikoloji biliminin başarılarını parlak bir şekilde popülerleştiren ünlü bir İngiliz psikologdur. Bilimsel dürüstlük ve "küreyi kürekle çağırma" yeteneği ona (bir miktar skandalla da olsa) büyük bir ün kazandırdı. “Psikolojinin Paradoksları” birçok ülkede tercüme edilen en popüler kitaplarından biridir. Bunu öğrendikten sonra okuyucu, psikologların yalnızca acil sorular sormayı değil, aynı zamanda onlara dürüst cevaplar vermeyi de bildiklerine ikna olacaktır.

Psikoloji bilimi günlük yaşamdaki sorunların çözümüne nasıl yardımcı olabilir? Bir kişinin psikolojik yapısı başarılarını ve başarısızlıklarını nasıl etkiler? Ruhsal bozukluklar nasıl ortaya çıkar ve onlardan nasıl kurtuluruz? Pornografi tutkunları ile siyasi aşırılık yanlılarının ortak noktası nedir? Sertleşmiş bir suçluyu rehabilite etmek ya da sıradan bir çocuktan bir dahi yetiştirmek mümkün mü?

Zekanın doğası. Zihin için savaş! Zihinsel yetenekler nasıl oluşur?

Zeka bir insanın en önemli özelliklerinden biridir. Peki zeka nedir? Nasıl oluşur? En etkili şekilde nasıl geliştirilir, kalıtsal mı, sosyal çevreyle mi alakalı yoksa kişisel niteliklere bağlı olarak mı oluşuyor? Tüm bu ilginç sorular, dünyaca ünlü psikologlar Hans Eysenck ve Leon Kamin'in yazdığı parlak ve dinamik bir kitapta çözümlendi.

Kitap, canlı ve bazen şiddetli polemikler tarzında yazılmıştır, çünkü yazarları neredeyse zıt bakış açılarına sahiptir ve bazen sözlü göğüs göğüse mücadeleye girerek aynı gerçekleri tamamen farklı şekillerde yorumlamaktadır.

Bu sunum tarzı okuyucuyu sürekli olarak merakta bırakıyor ve bu tür ünlü uzmanların düşünce zincirinin gelişimi, modern psikoloji ve entelektüel gelişim sorunlarıyla ilgilenen herkesin ilgisini çekecektir.

Bu yayın şu çalışmaları sunmaktadır: "Psikoloji: fayda ve zarar", "Psikoloji: anlam ve saçmalık", "Psikoloji: gerçekler ve kurgu", yazarın okuyucuya psikolojideki çok çeşitli sorunları ve olası yolları tanıttığı bunları çözer, iki ortogonal sürekliliğe dayalı psikolojik bir kişilik modeli oluşturmaya yönelik yaklaşımları araştırır: dışadönüklük - içe dönüklük, nevrotiklik - istikrar; İnsanın zihinsel yeteneklerini (IQ) test etmenin temel ilkeleri özetlenmekte ve Eysenck Kişilik Anketi (EPO) dahil olmak üzere anket oluşturma metodolojisi açıklanmaktadır.

Kişilik nasıl ölçülür?

Bu kitabın amacı okuyucuya kendine dışarıdan bakması için nadir bir fırsat vermektir. Kendinizi başkalarının sizi gördüğü gibi görün. Kısacası amacımız, özgüvenin doğal öznelliğini en aza indirmenize yardımcı olmaktır.

» Eysenck'e göre kişilik tipolojisi

Hans Eysenck'in (1916-1997) kişilik özellikleri teorisi.
Kişilik yapısı ve türleri. İçe dönüklük, dışadönüklük ve nevrotiklik

Hans Eysenck, Alman asıllı İngiliz psikologdur. Kişilik özelliklerinin tanımlayıcı teorisini ve bu özelliklerin şartlandırılması teorisini geliştirdi ve deneysel olarak inceledi ve kişilik gelişiminde genetik faktörlerin önemini gösterdi.

Hans Eysenck, 1970'ler

Ayrıca Eysenck:

• duygusallığın genetik temeli üzerine geniş bir araştırma yelpazesi oluşturdu;
• bireyin zihinsel eylemlerinin hızına, hatalarına ve süresine bağlı olan bir IQ (zeka bölümü) modeli geliştirdi;
• sosyal yeteneğin yapısına ilişkin iki faktörlü bir model önerdi ve test etti;
• Britanya'da klinik psikolojinin gelişmesine katkıda bulundu;
• davranışçı terapinin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır;
• kuruldu ve yayınlandı "Davranışsal Araştırma ve Terapi Dergisi".

İnsan kişiliğinin yapısını tanımlarken Eysenck öncelikle dışadönüklük ve içe dönüklük kavramlarını kullanır. Bu kişilik özelliklerini seçerken çok basılmış bir yol izler. (Lazursky, Jung, Kretschmer vesaire.)

Dışadönükler kendilerini duygusallık (duyguları dışarıdan ifade etme arzusu), neşelilik, neşelilik, tatmin, mizah, sosyallik, şefkat, az gelişmiş kişisel farkındalık, yüksek motor aktivite, düşük azim, ketlenme eşiği, yavaş yakalama gibi özelliklerle gösterirler.

İçe dönük birinin nitelikleri taban tabana zıt olarak tanımlanır. Ancak dışa dönüklük veya içe dönüklük ile ilgili atılganlık çalışmalarında herhangi bir korelasyon bulunamamıştır.

Eysenck ayrıca içe dönüklerin yumuşaklığının aksine dışa dönüklerin tipik bir sertlik sergiledikleri görüşünü de dile getirdi. Başkalarına karşı katı tutumları olduğundan, zorlama, bedensel cezalandırma, kısırlaştırma, tedavi edilemeyen hastalıklarda öldürme ve benzeri yöntemlere başvurma eğilimindedirler.

İçedönükler, çifte ahlak standardının, ölüm cezasının kaldırılmasını, pasifizmin ilan edilmesini vb. savunurlar.

Eysenck'e göre sert ya da yumuşak olma eğilimi yaşa ya da yetiştirilme tarzına bağlı değildir. Doğru, kadınların erkeklerden daha yumuşak olduğuna dikkat çekerek cinsiyetle belirli ilişkiler olduğunu öne sürüyor. Siyaset ve kamusal yaşam alanında sırasıyla otoriterlik ve demokrasi gibi zıtlıklar karşımıza çıkıyor. Ancak radikalizm ile muhafazakarlığın karşılaştırılması, dışa dönüklük ve içe dönüklük arasındaki orijinal karşıtlığın kapsamına girmez.

Eysenck'in kişilik teorisi hakkında kısaca

Hans Eysenck (1916-1997), beynin duygusal uyaranlara verdiği tepkilerdeki farklılıkların neden olduğu genetik olarak belirlenmiş kişilik özelliklerini inceleyen İngiliz-Alman bir psikologdu. Üç ana kişisel boyut belirledi:

İçe dönüklük - dışa dönüklük:

Bir kişinin enerjisini içe doğru veya dışarıya başkalarına yönlendirme derecesi. İçedönüklük dikkati içsel deneyimlere odaklamayı içerirken, dışadönüklük dikkati diğer insanlara ve çevreye odaklamayı ifade eder.

Duygusal istikrar - nevrotiklik:

Bir kişinin duygusal sıkıntıya veya istikrara yatkınlığı. Nevrotik bir kişi (dengesiz tip) duyguları hızlı bir şekilde değiştirme eğilimindeyken, duygusal açıdan istikrarlı bir kişi, sabit bir ruh halini sürdürme eğilimindedir.

Psikotizm:

Düşük bir değer, ilişkilerde sıcaklığı ve başkalarına değer verme arzusunu gösterir.
- Yüksek, antisosyallik, soğukluk, düşmanlık ve başkalarına karşı kayıtsızlıkla kendini gösterir.

Eysenck, ilk iki boyutu kullanarak 4 ana kişilik tipini tanımladı:

Kolerik;
- melankodik;
- balgamlı;
- iyimser.

Kişilik tipolojisine doğal bir temel bulmaya çalışan Eysenck, kalıtsal özelliklere dikkat çekiyor. Dolayısıyla uyarma ve engelleme dengesinin genetik kökleri vardır ve serebral korteksin aktivitesinin doğasını belirler. Dışa dönük bir kişi hızla engelleme yaratır, ancak onu yavaşça serbest bırakır. İçedönüklerin ise tam tersi bir özelliği vardır.

Serebral korteks bilinci kontrol ettiğinden, dışadönükler bilinçli yargılamayı engeller ve kendi düşünceleri konusunda içedönüklere göre daha az bilinçli davranırlar. Eysenck ayrıca dışa dönüklerin davranışlarında daha spontan olduklarını, içe dönüklerin ise daha ölçülü olduklarını belirtti. Bu şematik olarak şu şekilde gösterilmiştir:

İçedönükler: kortikal uyarım -> davranışsal engelleme

Dışa dönükler: kortikal engelleme -> davranışsal kendiliğindenlik

Eysenck'in kişilik tipolojisi sunumunun başlangıcında, ciddi metodolojik yanlış hesaplaması açıkça ortaya çıkıyor: biyolojik, fizyolojik, mantıksal, psikolojik, sosyal, ideolojik vb. fenomenleri aynı düzleme yerleştiriyor.

Temel psikolojik sorun, bireyin kesin olarak içe dönük veya dışa dönük olarak tanımlanamamasıdır. Bunlar sadece insan faaliyetinin anlarıdır.

Eysenck, aşağıdakiler dahil olmak üzere davranışsal yönelimin başarılarını kullanır: Pavlovskoe Retiküler oluşumun özellikleriyle ilgili öğretim ve o dönemde fizyolojideki en son keşifler. Bu nedenle, korteksin inhibisyon ve uyarılma süreçlerini kontrol eden merkezin tam olarak retiküler oluşum olduğunu hemen belirler.

Dışadönüklük-içe dönüklük ölçeğinde uyarılma-inhibisyon ilişkisinin incelendiği deneyde 90 denek yer aldı. En içe dönük ve en dışa dönük %10 seçildi. Belli bir dayanıklılık gerektiren bir eylemi gerçekleştirmeleri gerekiyordu: Metal bir çubuğu metal bir kiremit üzerine vurmak. Deneyin başlamasından bir dakika sonra gönüllü olarak kalan denek sayısı şu şekildeydi: 1'i içedönük, 18'i dışadönük.

Eysenck, bu tür deneylerde ortaya çıkan engellemeyi reaktif engelleme olarak adlandırdı ve bu terimi öğrenme teorisinden ödünç aldı. K. Galla. Bu tür inhibisyonun koşullu bir doğası yoktur ve belirli bir uyaranla ilişkili değildir. Birey uzun süre uyarılırsa kortikal (reaktif) uyarım arttı. Bu nedenle dışadönükler, uyaranın ana hatlarını içedönüklere göre daha az keskin bir şekilde algıladılar. Bu, belirli sonuçlara, özellikle de dışadönüklerin "uyaran açlığını" içedönüklere göre daha şiddetli deneyimledikleri gerçeğinin ortaya konmasına yol açmaktadır. Dışadönükler sürekli yiyecek, içecek, çiftleşme, daha fazla sigara içme ve risk alma beklentisi içindedirler. Psikopatlar, bekar anneler ve mahkumlar dışa dönük olma eğilimindedir.

Eysenck karşıtlığını oldukça soyut bir şekilde “nevrotizm – duygusal istikrar” olarak nitelendiriyor. Yorumladığı duygusal istikrar olgusunu Webb'in 1915'te tanımladığı olguyla özdeşleştirir.

Webb şu faktörleri önerdi: sebat, tutarlılık, nezaket, doğruluk, farkındalık. Eysenck, saflık, irade, öz kontrol, istikrar ve duygusallık eksikliğinin dikkate alınması gerektiğini vurgulayarak bu listeyi önemli ölçüde genişletti.

Ancak burada özgürlüğün farklı olabileceğini görmedi: her insanın kendi kendini kontrol etme yeteneği vardır, ancak doğası farklıdır. İçeriği itibariyle ahlaki olan bir özellik olan güvenilirlik, duygusal istikrar gibi bir analiz faktörünün üzerinde yükselir ve daha önce bahsedilen fiziksel, zihinsel ve maneviyatla ilgili tüm metodolojik eksiklikleri içerir. Ve duygusallık eksikliğinin duygusal istikrarı nasıl belirlediği hiç de açık değil.

Eysenck, duygusal istikrar ve duygusal istikrarsızlık olmak üzere iki faktör kutbu kurarak, bu karşıtlığın karakterolojik ve kişisel özelliklerini seçerek, bir kez daha metodolojisinin esaretine düşüyor. Duygusal istikrarı kısıtlama, nesnellik, işbirliği, cesaret, iç gözlem eksikliği ile ve duygusal istikrarsızlığı sinirlilik, aşırı eleştirellik, aşırı duyarlılık, kadınlık ve iç gözlem eğilimi ile ilişkilendirir.

Eysenck, nevrotikliğin bir dizi ek tanımını korku, histeri, düşük enerji, işteki zayıf başarılar, aile bozukluğu, erken çocukluktaki nevrotiklik, erken çocukluk tatminsizliği, uygunsuz ortam, reaktif depresyon, intihar eğilimleri ve suçluluk duygularıyla ilişkilendirir.

Eysenck bunda nevrotikliğin doğuştan gelen doğasını görüyor ve bunun biyolojik köklerini otonom sinir sisteminde arıyor. Nevrotik semptomlar adaptif olarak koşullandırılmış otonomik tepkiler değildir. Ve klinik nevrozlar bu tepkilerin bir tezahüründen başka bir şey değildir. Eysenck, yenilenmenin nevroz üzerinde tedavi edici bir etkisi olduğunu savunuyor.

Eysenck, 1964-1965 yıllarındaki çalışmalarında araştırmasını özetleyerek, dört kişilik tipi (aslında mizaç türleri olan) önererek bunları “dışa dönük – içe dönük”, “nevrotiklik – duygusal istikrar” karşıtlıklarıyla ilişkilendirir. Diyagramı şöyle görünür:

Choleric dışa dönük, nevrotik bir kişidir.

Melankolik - içe dönük, nevrotik.

Flegmatik - içe dönük, duygusal dengesizlik.

Sanguine - dışa dönük, duygusal istikrar.

Eysenck davranışsal, karakterolojik tipolojiyi şu şekilde ifade etmektedir:

Benzer şekilde nevrotiklik ile duygusal istikrar arasında şematik bir ilişki önermektedir:

Aynı zamanda Eysenck, güvenilirliğin içe dönüklükten çok duygusal istikrarın özelliği olduğunu, saldırganlığın ise dışa dönüklükten ziyade nevrotikliğin özelliği olduğunu belirtiyor. Ancak hiç kimsenin yalnızca tek bir boyuta ait olduğu düşünülmemelidir. Ve burada Sheldon'ın önerdiği çamaşırları asmak için bir ip ve desteklerin görüntüsü uygun olacaktır.

Eysenck, psikotizmi göz önünde bulundurarak, "norm" ile aşırı psikotizm arasında bir sürekliliğin varlığını doğrular; bu, "siklotimi - şizotimi" karşıtlığının reddi anlamına gelir. Ayrıca sosyal mesafe, yanılsamaların esareti, uyuşukluk, şüphe, motor huzursuzluk, halüsinasyonlar, sapkınlıklar, zihinsel ve anımsatıcı aşırı aktivite, sinirlilik, mani, histeri, endojen depresyon, intihar, suçluluk gibi psikotizmin belirli özelliklerini de tanımlar. Nevrotiklik, dışadönüklük ve psikotizm, hem öğrenciler hem de çalışan nüfus arasında kendisi tarafından keşfedildi.

Eysenck'in zeka testleri üzerine iki popüler kitabı 1962 ve 1964'te yayımlandı. Zeka ile nevrotiklik arasında negatif bir ilişki kurar. Ayrıca zeka ile dışadönüklük arasındaki korelasyonda yaşla birlikte ortaya çıkan değişikliklere de dikkat çekiyor. Bununla birlikte, çalışmanın ana amacı olarak korelasyonun açıklığa kavuşturulması, bir sanatçının boyaları göstermesi ve insanlardan gelecekteki bir başyapıtın imajını görmelerini talep etmesi durumuyla karşılaştırılabilir.

Romenets V.A. Manoha I.P. 20. yüzyılın psikolojisinin tarihi. - Kiev, Lybid, 200 3

Hans Jürgen Eysenck

4 Mart 2016, 20. yüzyılın en büyük psikologlarından biri olan Hans Eysenck'in (1916-1997) doğumunun 100. yıldönümünü kutluyor. Öncelikle zekayı niceliksel olarak ölçmek için tasarlanan testler (IQ testleri) sayesinde kamuoyu tarafından bilinmektedir.

Hans Eysenck, hayatının çoğunu İngiltere'de geçirmesine rağmen köken olarak Alman'dır. Pek başarılı olmayan sinema oyuncularından oluşan bir ailede doğdu; çocuğun doğumundan kısa süre sonra ailesi ayrıldı. Gençliğinde Eysenck, başta astroloji olmak üzere çeşitli egzotik konulara ilgi duyuyordu ve hatta Nazi Partisi liderleri için burçlar derliyordu. Eysenck, saldırganlık ve şiddetten kaçınma tavsiyeleriyle birlikte yıldız fallarını Goebbels ve Himmler'e gönderdi, ancak herhangi bir yanıt alamadı.

1930'ların ortalarında Hans Eysenck ve ailesi önce Fransa'ya, ardından İngiltere'ye göç etti. Geleceğin büyük psikoloğu fizikçi olmayı hayal ediyordu ama iyi bir üniversitenin fizik bölümüne giremedi. Böylece tarih ve edebiyat çalışmalarına başladı ve ardından Londra Üniversitesi'nde okuduğu psikolojiye geçti. Üniversiteden mezun olduktan sonra bir hastanede psikolog ve psikoterapi bölüm başkanı olarak çalıştı. Hans Eysenck, 1955'ten beri Londra Üniversitesi'nde Psikoloji Profesörüdür (1983'ten beri Emeritus Profesör).

Eysenck, öğrencilik yıllarında bile (ve belki daha da öncesinde) bazı insanların neden büyük oldukları ve büyük insanların sıradan insanlardan ne kadar farklı olduklarıyla çok ilgileniyordu. Bu sorunu çözmek için astrolojinin yöntemlerini kullanmaya çalıştı, ancak daha sonra bu yöntemler konusunda hayal kırıklığına uğradı ve psikolojik yaklaşımların sağlam zeminini tercih etti. Muhtemelen bu nedenle Eysenck'in odak noktası diferansiyel psikolojiydi ve bazı insanların ruhunun diğerlerinin ruhundan nasıl farklı olduğunu anlamaya çalışıyordu.

İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından diferansiyel psikoloji alanındaki ilk büyük araştırmayı gerçekleştirdi. Sonuçları Kişiliğin Boyutları (1947) ve Kişiliğin Bilimsel Çalışması (1952) kitaplarında yayınlandı. Eysenck iki büyük askeri personel grubunu inceledi. Bunlardan ilki, yetkililerin sağlıklı olduğunu düşündüğü ve düzenlemelerin gerekliliklerine uygun olduğunu düşündüğü kişileri, ikincisi ise psikologların yardımına ihtiyaç duyan nevrotikleri içeriyordu. Hans Eysenck çok özenli bir çalışma yaptı ve nevrotiklerin 39 göstergede sağlıklı askerlerden önemli ölçüde farklı olduğunu buldu. Eysenck, faktör analizi yöntemlerini kullanarak bu göstergeleri dört gruba ayırmış ve her gruptaki göstergelerin birbiriyle ilişkili olduğunu öne sürmüştür. Böylece iki çift temel parametre belirledi: dışa dönüklük-içe dönüklük ve istikrar-istikrarsızlık (nevrotizm). Eysenck, bu parametrelerin ciddiyetine göre farklılık gösteren dört kişilik tipinin varlığını öne sürdü: istikrarlı dışa dönük, istikrarsız dışa dönük, istikrarlı içe dönük, kararsız içe dönük. Daha sonra, 1970'lerde başka bir çift temel parametreyi tanıttı: psikotizm - psikotik olmayan. Görünüşe göre Eysenck'in kendisi dengesiz bir dışa dönüktü.

Eysenck, dışa dönüklük-içe dönüklüğün fizyolojik temelleri hakkında çok ilginç bir hipotez dile getirdi. Popüler inanışın aksine, içedönüklerin sinir sisteminde uyarılma süreçlerinin dışadönüklere göre daha belirgin olduğunu ve engelleme süreçlerinin daha zayıf olduğunu öne sürdü. Bu nedenle içe dönükler dışarıdan alınan çok sayıda izlenim için çabalamazlar - onları yorarlar. Dışadönükler için izlenimlerin akışı sinir sisteminin tonunu korur.

Eysenck'in bakış açısını destekleyen argümanlardan biri de limon damlası testiydi. Dilinize limon suyu damlatırsanız, içedönükler dışa dönüklerden iki kat daha fazla tükürük üretecektir. Eysenck'e göre dışadönüklük-içe dönüklük serebral korteksin farklı uyarılabilirliğiyle ilişkiliyse, o zaman stabilite-istikrarsızlık subkortikalin farklı uyarılabilirliğiyle ilişkilidir. Motivasyon ve duygusal durumdan sorumlu yapılar. Dengesiz bireylerde bu yoğunluk çok daha yüksektir. Eysenck, psikotizm ile psikotik olmayan arasındaki farkların hormonal düzeylerle ilgili olduğunu varsaydı ancak bu konuda bütünsel bir kavram ortaya koymadı.

Ayrıca kişinin belli bir kişilik tipine ait olmasının arkasında belli fizyolojik özellikler yattığı için bunun büyük ölçüde genetik olarak belirlenmesi gerektiğini kaydetti. Hans Eysenck ve takipçileri, farklı psikolojik tipler arasında pek çok ilginç ve beklenmedik farklılık tespit etti. Böylece dışadönükler acıya çok daha sabırlı katlanırlar, çalışma saatleri içinde meslektaşlarıyla kahve içmeyi ve sohbet etmeyi severler ve karşı cinsten insanlarla daha başarılı olmanın tadını çıkarırlar. İçedönükler arasında "tarlakuşları" daha yaygınken, dışadönükler arasında "gece kuşları" daha yaygındır. İçe dönükler ortalama olarak dışa dönüklere göre daha iyi öğrencilerdir ancak psikolojik nedenlerden dolayı okulu bırakma olasılıkları daha yüksektir. İçedönükler bilim ve teknoloji alanında çalışmayı tercih ederken, dışadönükler insanlarla çalışmaktan hoşlanırlar.

Ünlü "Eysenck çemberi". Yazan: Eysensk H.J. ve Eysensk M.W. Kişilik ve Bireysel Farklılıklar. Plenum Yayıncılık, 1958

Eysenck, kişilik tipi ile hem zihinsel hem de bedensel bazı hastalıkların gelişme olasılığı arasında bir bağlantı kurmaya çalıştı. Örneğin, kalp hastalıkları gibi histerik nevrozun da kararsız dışadönüklerde görülme olasılığı daha yüksektir. Dengesiz içedönükler sıklıkla depresyon ve kaygı yaşarlar. Hans Eysenck, bir kişinin bir türe mi yoksa diğerine mi ait olduğunu belirlemek için cevapları niceliksel olarak işlenebilen bir dizi anket geliştirdi. Bu anketler günümüzde halen kullanılmaktadır; Kimya ve Hayat da bunları yayınlamıştır (2001, 10). İnternette bulunanların eleştirel bir şekilde ele alınması gerekse de bu tür anketleri internette bulmak zor değildir: örneğin, Eysenck'e göre kişilik türlerinin burç burçlarıyla birleşiminin bilimsel bir temele sahip olması pek olası değildir.

Genel olarak konuşursak, psikoloji kişilik tiplerinin farklı sınıflandırmalarını önermiştir. Ülkemizde (çoğunlukla profesyonel psikolojiden uzak çevrelerde), 1970'lerde Litvanyalı psikolog Ausra Augustinaviciute (1928-2005) tarafından oluşturulan sınıflandırma popülerdir. Bu kavrama “sosyonik” denir. Üç parametreye dayanmaktadır: “dışa dönüklük-içe dönüklük”, “mantık-etik” (dünyaya veya insan ilişkilerine ilgi), “duyusal-sezgi” (gerçeklik bilgisinde duyusal duyumların veya yansımaların önceliği). On altı sosyonik tip, tarihi şahsiyetlerin ve edebi karakterlerin onuruna takma adlar aldı; Görünüşe göre hiçbir sebep yokken Dreiser veya Stirlitz olarak adlandırıldıysanız, belki muhatabınız sosyonikle ilgileniyordur.

Zaten Eysenck'in ilk çalışmalarında sadece gözlemleme değil, aynı zamanda ölçme arzusu da açıkça görülüyordu. Psikolojide herhangi bir şeyi ölçmenin anlamlı olduğuna inanıyordu. Bunun için meslektaşları Eysenck'e Termometre adını verdiler. Neden bazı insanların zeki olduğunu, bazılarının ise o kadar da olmadığını anlamaya çalışan Eysenck, zekayı ölçmenin bir yolunu aramaya başladı. Bu nedenle, 1905 yılında Alfred Binet (1857-1911) ve Theodore Simon (1873-1961) tarafından önerilen, çocukların zihinsel gelişimini belirlemek için testler kullandı. Çocukların çözdüğü görevlerin yüzdesine göre, biyolojik yaşlarından daha büyük veya daha az olabilecek zihinsel yaşları belirlendi. 1912'de Alman psikolog Wilhelm Stern (1871–1938), zihinsel yaşın biyolojik yaşa oranının 100 ile çarpılmasıyla elde edilen "zeka bölümü" (IQ) kavramını ortaya attı.

Bu kavram, yaşına bakılmaksızın bir çocuğun entelektüel düzeyini karakterize etmeyi ve dinamiklerini dikkate almayı mümkün kıldı. IQ'nun yaş dinamikleri üzerine yapılan daha sonraki bir çalışma, çoğu çocuk için bunun yaşla birlikte önemli ölçüde değişmediğini gösterdi. Hans Eysenck, yetişkinlerin zekasını değerlendirmek için IQ yöntemini kullanmayı önerdi. Aynı zamanda zeka bölümü kavramını da yeniden formüle etti: Eysenck'e göre IQ, doğru şekilde tamamlanan görevlerin, büyük bir grup insan tarafından doğru şekilde tamamlanan ortalama görev sayısına oranının 100 ile çarpılmasıdır.

Zekayı ölçmek için kullanılan testlerle ilgilenen okuyucu bunları internette bulabilir, hatta kendi IQ'sunu bile belirleyebilir. Bu testler belli bir süre içerisinde çözülmesi gereken çok sayıda zihinsel sorundur. Yoğun IQ testleri bazı önemli sonuçlara yol açtı. İlk olarak, IQ'nun büyük ölçüde kalıtım tarafından belirlendiği ortaya çıktı: tek yumurta ikizlerinde değerleri çift yumurta ikizlerine göre daha yakındır ve evlat edinilen çocukların IQ'su, biyolojik ebeveynlerin IQ'suna, ebeveynlerin IQ'sundan daha benzerdir. evlat edinilen çocuklar. İkincisi, yüksek IQ puanları çocuklarda okul başarısıyla, yetişkinlerde ise yaşam başarısıyla ilişkilidir. Üçüncüsü, IQ'da ırklar arası ve etnik gruplar arası farklılıklar vardır.

En yüksek IQ Uzak Doğu ülkelerinde: Japonya, Tayvan, Hong Kong, Singapur, Güney Kore. Çin Halk Cumhuriyeti sakinleri arasında biraz daha düşük ama yine de yüksek IQ. Daha da düşük ve yaklaşık olarak aynı - Rusya ve ABD'de. Ve en düşük IQ Afrika ülkelerinde. Uzak Doğu bölgesi sakinlerinin yüksek IQ'sunu "Çin bulmacalarının" varlığını hatırlatarak açıklayabiliriz. Bu ülkelerde, birkaç bin yıldır çocukların zor sorunları çözmesine izin verme geleneği var. Bu bulmacaların çoğu IQ testlerine çok benzese de çoğu bulmaca daha zordur.

IQ seviyesini farklı ülkelerdeki “halk pedagojisi” gelenekleriyle karşılaştırmak muhtemelen ilginç olacaktır. Bu pedagoji çok sayıda bilmeceyi, sinsi tuzakları olan zeka görevlerini içerir. Halk pedagojisinin IQ'yu okul eğitiminden çok daha fazla etkilediğine inanıyorum. Bu arada, birkaç cevaptan birinin seçildiği test görevleri görünüşe göre Rusya'da icat edilmiş. Sorunu hatırlayalım: “A ve B bir borunun üzerinde oturuyorlardı. A düştü, B kayboldu, boruda kim kaldı? Bu tür görevler, kişiye koşullar hakkında derinlemesine düşünmeyi, önemsiz olmayan çözümler aramayı öğretir: örneğin benim de bir mektup olduğumun farkına varmak.

Danimarkalı karikatürist Herluf Bidstrup'un önerdiği mizaç testi

2002 yılında R. Lynn ve T. Vanhanen tarafından “IQ ve Milletlerin Zenginliği” kitabı yayınlandı; bu kitapta okuyucular çoğu ülkenin düşük kalkınma düzeyinin nedeninin vatandaşlarının kalıtsal düşük zekası olduğu fikrine yönlendirildi. ve bu nedenle az gelişmiş ülkeler dünya kalkınmasının kenarlarında kalmaya mahkumdur. Açıkça ırkçı olan bu fikir halk tarafından onaylanmadı. Kitabı eleştirenler aslında sebebin ne olduğunu ve sonucun ne olduğunu sordular. (IQ'nun tam olarak ne ölçtüğü ve ailenin zenginliği, çocuğun büyüdüğü koşullar gibi onu etkileyen diğer faktörler hakkında daha fazla bilgi için bkz. “Kimya ve Yaşam”, 2001, 11, 2010, 8, 9).

IQ problemlerini çözebilme yeteneği gerçekten kişinin zekasını gösterir mi? Bu sorunun cevabı “zeka” sözcüğünden ne anladığımıza bağlıdır. Bu kelimenin genel olarak birçok farklı anlamı vardır. Aslında Eysenck'in kastettiği ilk anlam, deneycinin öne sürdüğü zeka problemlerini çözebilme yeteneğidir. İkinci anlam, belirli bir seçkin çevrede popüler olan fikirlere aşinalık ve bu fikirleri, nasıl yapılacağını bilen Eugene Onegin gibi bu çevrede yeniden üretme yeteneğidir.

Konuşmada zorlama yok

Her şeye hafifçe dokunun

Bir uzmanın bilgili havasıyla,

Önemli bir anlaşmazlıkta sessiz kalın

Ve bayanları gülümset

Beklenmedik epigramların ateşi.

Üçüncü anlam, insani çıkarların kapsamıdır. Daha geniş veya daha dar olabilir. İlgi alanları kendi maddi başarısıyla sınırlı olmayan bir kişinin genellikle daha entelektüel olduğunu düşünürüz. Dördüncü değer, etrafınızdaki insanlarla ilişkiler kurma yeteneğidir (bu niteliğe genellikle "sosyal zeka" denir). Chatsky'nin ilgi alanı kesinlikle Famusov ve çevresininkinden daha geniştir. Chatsky, ilerici gençler arasında popüler olan fikirleri Famusov'dan çok daha iyi biliyor. Ancak sosyal zeka açısından bakıldığında, gösterici davranışlara yatkın olan Chatsky'nin birçok zeki genç gibi ciddi sorunları var. Evet, evet, Chatsky'nin tipik bir ergen ruhu var ve büyük aktör Vasily Kachalov bu rolü yorumlarken bunu kullandı: “Onun Chatsky'si çok genç bir adam, neredeyse bir erkek çocuk. On dokuz ya da yirmi yaşındadır. Chatsky'yi sahnede görmeye alışkın olduğumuz olgun bir kocanın ağzından komik olan laf kalabalığı, coşkusu, umutsuzluğu, suçlamaları tamamen doğal, samimi ve bu genç çocuğun ağzında derin bir sempati uyandırıyor” ( M.A. Voloshin, Moskova Sanat Tiyatrosu sahnesinde "Woe from Wit" 1906).

Ve son olarak, beşinci, belki de en önemli anlam: Bir kişinin çevredeki gerçekliği bağımsız olarak anlamaya, kendi zihniyle yaşamaya yönelik içsel tutumu. İlk anlamda zeka düzeyi görünüşe göre iki faktör tarafından belirleniyor. Birincisi, bu belirli problem çözme algoritmalarını kullanma yeteneğidir. Genel olarak konuşursak, bir kişiye prensipte bu algoritmaları kullanmanın öğretilmemesi için hiçbir neden yoktur.

İnsan beyni, diğer hayvanların beyinlerinden farklı olarak evrensel bir programlama dili olan konuşmayı kullanan bir bilgisayar gibidir. Bilindiği gibi herhangi bir algoritma, bilgisayar hafızasının hızını ve kapasitesini aşmadan dijital bir bilgisayarda uygulanabilmektedir. Bu nedenle, eski ilkel zamanlarda evrimsel olarak oluşan insan beyninin, atom-uzay çağının insanlığa sunduğu sorunları çözmeye uygun olduğu ortaya çıktı: Beynimiz belirli değil, keyfi sorunları çözmeye odaklanmıştır. IQ testi puanlarının öğrenmeden bağımsız olduğu sıklıkla söylenir. Ancak bu gerçek, yalnızca eğitim sistemimizin, kişinin okulda ve üniversitede bilgi edinirken entelektüel olarak gelişmeyeceği şekilde yapılandırıldığını göstermektedir. Veya belki de bazı öfkeli yazarların inandığı gibi entelektüel açıdan yozlaşıyor.

Hata yapmadan bir şey öğrenmek mümkün değildir. Ancak okul hata yapmayan öğrencileri ödüllendirir. İkinci sebep, bir kişinin belirli bir aktiviteye başlarken bilinçli olarak veya daha sıklıkla bilinçaltı olarak, onu başarılı bir şekilde tamamlamanın gerçekliğini değerlendirmesidir. Başarı ihtimali düşük olarak değerlendirilirse kişi işten kaçmaya çalışır. Büyük öğretmen John Holt'un dediği gibi: "İyi bir öğrenci bir sorunu çözmenin bir yolunu arar, kötü bir öğrenci ise onu çözmemenin bir yolunu arar." Ve çoğu zaman bu arayışlarda zayıf bir öğrencinin, sorunu titizlikle çözen sınıf arkadaşından çok daha fazla zeka gösterdiği görülür.

1975 yılında Amerikalı psikolog Martin Seligman “öğrenilmiş çaresizlik” kavramını ortaya attı. Bir hayvan, hayati bir sorunu uzun süre çözemezse, çabalamayı bırakır ve açıkça uygunsuz davranmaya başlar. Okul başarısızlığının temel nedeninin öğrenilmiş çaresizlik olduğu çok muhtemeldir. Bir görevi birkaç kez tamamlayamayan öğrenci, yeteneklerine olan inancını ve daha sonraki görevleri tamamlama arzusunu kaybeder. Bu, IQ testlerinin düşük sonuçlarını açıklayabilir: Sonuçta, son yıllarda kişi karmaşık sorunları çözemediği gerçeğine alıştı.

İyi tasarlanmış bir test basit (ve mümkünse eğlenceli) görevlerle başlamalı ve karmaşık görevlerle bitmelidir. Böylece, okul çocukları için Moskova şehri biyolojik olimpiyatlarından biri için test görevlerine bir testle başladık.

Bir kişinin en yakın akrabası:

a) yaramaz bir maymun;

b) eşek;

c) keçi;

d) beceriksiz ayı.

Yetişkinlikte zeki olan hayvanların, kural olarak, erken çocukluk döneminde çaresiz ve aptal oldukları iyi bilinmektedir. Ebeveynleri tarafından emzirilen yavru bir şahin, bağımsız bir civcivden çok daha aptaldır, ancak yetişkin bir şahin, şüphesiz bir tavuktan daha akıllıdır. IQ'nun yaş dinamikleri bu yasaya uymaz. Yüksek IQ'ya sahip çocuklar genellikle büyüdükçe bunu korurlar.

Bu aynı zamanda zihinsel engelliliğin yaygın bir nedeninin öğrenilmiş çaresizlik olduğunu da göstermektedir. IQ testleri yapılırken performansın hızı belirleyici olmasa da önemlidir. Bu testler hızlı davrananları ödüllendiriyor. Gerçekten de karar verme hızının belirleyici rol oynadığı faaliyet alanları var; örneğin ordu, sivil havacılık, cerrahi. Ancak hızın değil, düşünce derinliğinin önemli olduğu alanlar da var. Örneğin bilimde veya icatta akla gelen ilk çözüm genellikle en iyi çözüm değildir.

Charles Darwin otobiyografisinde entelektüel yetenekleri konusunda oldukça çekingendi. Görünüşe göre, bunun arkasında sadece büyük bir adamı süsleyen alçakgönüllülük değil, aynı zamanda ayık bir özgüven de yatıyordu. Darwin'in hızlı bir zihni yoktu ama kendisini ilgilendiren sorunlar hakkında uzun süre düşünme eğilimindeydi. Bu nedenle doğal seçilim teorisini yaratabildi. Görünüşe göre “zeka” teriminin beşinci anlamı en anlamlısıdır: inanç konusunda genel kabul görmüş görüşlere aldırış etmeden, kendi aklıyla yaşama arzusu. Bu tutum aynı zamanda ilk anlamda zekanın gelişmesine, yani problemlerin çözümüne yönelik yeni karmaşık algoritmaların zenginleşmesine de katkıda bulunur.

Sonuçta, herhangi bir zihinsel işlevin gelişimi olumlu geri bildirimle sağlanır: Bir kişi belirli bir aktiviteye ne kadar çok katılırsa, yetenekleri o kadar gelişir ve bunu o kadar çok yapmak ister. Süper yetenekli insanlar, bu tür bağlantıların belirli bir yaşta kısa bir süre için değil, hayatlarının büyük bir kısmı için işe yaraması bakımından sıradan insanlardan farklıdır. Ya da hayatımın geri kalanı boyunca.

Hans Eysenck'in karakteri hakkında ne söylenebilir? Şüphesiz çok kumarbaz ve müsrif bir insandı, skandal ifadelerle başkalarını kışkırtmayı, kendini ateşe vermeyi severdi. Kitaplarını kendisi sattı ve alıcılarla bilimsel tartışmalara girdi. 1971'de Hans Eysenck, Negroid ırkının temsilcilerinin ortalama IQ'sunun Kafkasyalılardan 15 birim daha az olduğunu ve bu farklılıkların kalıtsal eğilimlerle belirlendiğini yazdığı "Irk, Zeka ve Eğitim" başlıklı bir makale yayınladı. Bu nedenle toplumun siyahların eğitimine özel bir ilgi göstermemesi gerekir.

Makale büyük bir skandala neden oldu. 1973'te öfkeli Sorbonnelu öğrenciler Eysenck'i bile dövdüler. Polis ceza davası açtı ancak psikolog, öğrencilerle ilgili herhangi bir şikayetinin olmadığını söyledi. Konu örtbas edildi. Yüz yıl önce, Kafkas ve Zenci ırkları arasındaki entelektüel farklılıklar meselesi, seçkin Rus yayıncı Dmitry Ivanovich Pisarev (1840-1868) tarafından tartışılmıştı. Hem 19. yüzyılda hem de günümüzde ırkçılığı eleştirenler, tüm ırklardan insanların entelektüel eşitliği fikrini ana argüman olarak öne sürüyorlar. Pisarev bu tür tartışmaların kırılganlığına açıkça işaret etti: Peki ya yarın beyazlarla siyahların entelektüel açıdan gerçekten eşit olmadığı ortaya çıkarsa? Bu, siyahların sığır gibi alınıp satılabileceği ve genel olarak ayrımcılığa uğrayabileceği anlamına mı geliyor? - Hayır, bu o anlama gelmiyor! - Pisarev "Göreceğiz!" Yazısında cevap verdi (1865). Çünkü insanın insana zulmettiği, birinci ve ikinci sınıftan insanların olduğu yerde normal bir yaşam ne alttakiler ne de yukarıdakiler için imkansızdır. Başka halklara veya kendi ülkesinin nüfusunun bir kısmına zulmeden bir halk özgür olamaz. Bu nedenle ırksal, ulusal ve diğer baskılara karşı mücadele her saygın insan için gerekli ve doğaldır.

Beyazların siyahlara üstünlüğüne dair düşünceler elbette sempatiyle karşılanmıyor. Ancak daha önemli olan fikir şu ki, böyle bir üstünlük olsa bile bundan ırkçı sonuçlar çıkmaz. Ve ilerici insanlık, farklı ırkların temsilcileri arasındaki IQ verilerine sakince bakmalıdır - bu veriler temelde hiçbir şeyi değiştirmez. Eysenck, Sigmund Freud'un çalışmalarına oldukça şüpheyle yaklaştı. Psikanalizin kurucusunun eserlerinin bilimsel eserler olarak değil kurgu olarak değerlendirilmesi gerektiğine inanıyordu. Eysenck, “Freud İmparatorluğunun Gerileyişi ve Çöküşü” adlı kitabında psikanalizi ve hayranlarını sert bir şekilde eleştirdi. Ayrıca psikoterapinin olanaklarını da eleştirel bir şekilde değerlendirdi: Ona göre psikoterapötik yöntemler hastalar üzerinde yalnızca iyileşme yolunda olduklarında işe yarıyor. Çok ciddi olmayan bazı zihinsel bozuklukları tedavi etmek için Eysenck, elektrik şoku, ağrıya neden olan ilaçlar vb. gibi acımasız yöntemler önerdi. Eysenck, öfke nöbeti geçiren çocuklar için onları bir süreliğine bir odaya kilitlemeyi önerdi.

Hans Eysenck'in bilimsel üretkenliği muazzamdı. Hayatı boyunca 45 kitap ve 600'den fazla makale yayınladı. Onun bilimsel mirası birçok tartışmaya neden oldu ve neden olmaya da devam ediyor. Belki de bu durum büyük psikoloğa atfedilmelidir. Sonuçta, kibar bir kayıtsızlıkla karşılanan çalışmaların bilim açısından pek bir değeri olması pek mümkün değildir.

Biyolojik Bilimler Adayı